'Ayasofya İslam Düşmanlığını Canlı Tutacak'

Nazif Ay, Mehmet Ali Öz ve Yusuf Dülger, ‘Atatürkçü İhaliyatçılar’ imzasıyla yayımladıkları metinle, Ayasofya’nın ibadete açılması kararını eleştirdi.

21 Temmuz 2020 Salı 08:38
'Ayasofya İslam Düşmanlığını Canlı Tutacak'

Danıştay’ın 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal ederek Ayasofya’yı müze olmaktan çıkarması ve yapının AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla ibadete açılmasının ardından başlayan tartışmaya ‘Atatürkçü İlahiyatçılar’ da dahil oldu.

Nazif Ay, Mehmet Ali Öz ve Yusuf Dülger, Atatürkçü İlahiyatçılar imzasıyla yayımladıkları bildiriyle, Ayasofya’nın ibadete açılmasını eleştirdi.

Bildiride, “Ayasofya’nın evrensel değerleri yok sayılarak camiye dönüştürülmesi, sözlük anlamı ‘Barış’ olan İslam’ın uzlaşma ve adalet mesajlarına darbe vurur nitelikte bir tercihtir” ifadeleri yer aldı ve bu kararın ‘büyük ve onarılmaz bir hata olacağı’ vurgulandı.

Atatürkçü İlahiyatçılar’ın, Ayasofya’nın Roma İmparatoru Jüstinyen’in insanlığa armağan ettiği eşsiz eser olduğunu belirterek, “Fatih Sultan Mehmet’in, fethin akabinde burayı kendi özel malı olarak vakıf mirası vasfıyla şahsına ait kılan tasarrufunun hukuken ve dinen ne kadar doğru olduğu sorusu hâlâ tartışma konusudur” tespitini yapması da bildiride dikkat çeken hususlar arasında yer aldı.

İlahiyatçıların bildirisinde şu sözler yer aldı:

‘UYGARLIK MİRASI OLDUĞU UNUTULMAMALI’

“Kutsallık arz eden kavram, terim ve maddi varlıkların, inananların ruh ve düşünce dünyasında, tasavvurunda, hatta hayallerinde saygınlık uyandıran yönleri bulunduğu gibi, ilahi mesajlı edebiyat ve öğretiye uzak veya dinlere mesafeli kişilerce de olumlu ya da olumsuz yargı ifade eden yönler bulunur. Kutsallığa verilen anlamlar arasındaki bu taban tabana zıtlıklar, eşyanın tabiatındandır/ varlığın doğal sonucudur. Ayasofya konusu da kutsallık arz eden kavramlardandır ve bugün ortak tartışma konusu Ayasofya’nın da statüsü hakkında birçok görüş, yorum ve önerilere şahit olmaktayız. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik sahası içinde olursa olsun bu yapının bir uygarlık mirası ve bir ortak değer olduğu gerçeği unutulmamalıdır. İslam âlemi için mübareklik atfedilen Ayasofya, “kutsal bilgelik” anlamındaki ismiyle, onu inşa eden Ortodoks Hristiyan medeniyetine de aitlik mesajı vermektedir.

‘GAYRİ MÜSLİMLERİ RENCİDE EDECEK, İSLAM DÜŞMANLIĞINI CANLI TUTACAK’

Ayasofya, aynı arsa üzerine yapılan üçüncü dinsel yapıdır ve son Roma İmparatoru olarak kabul gören Jüstinyen’in insanlığa armağan ettiği eşsiz eserdir. Fatih Sultan Mehmet’in, fethin akabinde burayı kendi özel malı olarak vakıf mirası vasfıyla şahsına ait kılan tasarrufunun hukuken ve dinen ne kadar doğru olduğu sorusu hâlâ tartışma konusudur. Günümüz siyasi literatüründe ise fetih kültürünün ve Ortodoks mezhebine ait bir dini mekânın başka bir dine mal edilmesinin moral değerlerde, hukukta ve devletlerarası ilişkilerde bir kıymetinin olmadığı tartışmasızdır. Yapımını Ortodoks Hristiyan din mensuplarının üstlendiği bir tapınağın, yaptım oldu mantığıyla ve emri vaki suretiyle İslam’a ait kılınmaya çalışılması gayrimüslimleri rencide edecek ve İslamofobi denilen İslam korkusu veya İslam düşmanlığı bağnazlığını canlı tutacaktır. İbadetlerin gösterişe ve siyasete alet edilmesi, tüm samimi inançlıları rahatsız edecek ve din adına savaştıklarını ileri süren radikal unsurlara yanlış mesaj verme tehlikesi ortaya çıkacaktır.

‘DİNLERİN İBADETHANELERİNE DOKUNULMAMALIDIR’

Ayasofya’nın evrensel değerler yok sayılarak camiye dönüştürülmesi, sözlük anlamı “Barış” olan İslam’ın uzlaşma ve adalet mesajlarına darbe vurur nitelikte bir tercihtir. Ayrıca Kur’an’da, Hac suresinin 40. ayetinde: “Onlar sırf "Rabbimiz Allah’tır" dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğer kısmını engellemesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler -ki oralarda Allah’ın adı çokça anılır- yıkılır giderdi. Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir” denilerek diğer dinlerin ibadethanelerine zinhar dokunulmaması ve değiştirilmemesi emredilmektedir. Allah’ın kesin emrini bilen İkinci halife Hz. Ömer, Kudüs’ün fethinden sonra, hem de orada ikamet eden saygın Hristiyan din adamlarının ısrarına rağmen namazını bir kilisenin içinde kılmamıştır. Gerekçesini soranlara: “Ben burada namaz kılsam, başkaları da ‘madem Ömer burada namaz kıldı, o halde biz de burayı kiliseden camiye çevirelim’ derler diye endişe ediyorum” cevabını vermiştir.

ATATÜRK’ÜN HASSASİYETİ

Aynı kaygıyı, 1922 mübadelesinden sonra Yunanistan’ın Türklere ait birçok cami ve mescidi kiliseye çevirme politikalarına tepki gösteren Atatürk de bu coğrafyada hissetmiş, düşüncelerini Yunanlı iş insanı Bodosakis Athanasiadis’e hiddetli şekilde şöyle ifade etmiştir: “Sizinkiler, Selanik’te Türklere ait ne varsa yok etmekte acele ediyorlar. Biliyorsunuz ben muhacirim/ göçmenim ve aslen oralıyım. Bu olaylar neden ileri geldiğinin farkındayım. Fakat size şunu söylemeliyim ki, bu tür davranışlar sadece kötü örnek oluştururlar.”

Atatürk, insanlık mirasının isteği, dinin emri ve siyaset geleneğinin gereği olarak Ayasofya’yı müze statüsünde tutarak aslında hiçbir din bağlısının onurunu kırmamış ve Ayasofya’nın saygınlığını korumuştur. Toplumu ayrıştıran ve inançlar üzerinden maddi manevi çıkar sağlayan anlayışla inşa edilen yapıların “Takva (Allah’a saygı) üzerine kurulu ibadethane olmayıp, Hz. Muhammed’in yaşamında görmek istemediği “Mescidi dırar” hükmünde olacağını bilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ayasofya’ya verilebilecek en uzlaşmacı statüyü vermiş ve dinin yüce hedefi olan barışı sağlamıştır.

Bu noktada hiç kimse olumsuz uygulamaları, mesela İspanya’nın Kurtuba/ Cordoba kentindeki Emevi Camiinin aşırı Hristiyan anlayışıyla katedrale çevrilmesini uygun örnek olarak öne sürmemelidir. Zira iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. İslam hukuku mecmuası Mecelle’de yer alan: “Bâtıl, mâkusun aleyh olmaz, ya da sui misal emsal olamaz” kaidesince, kötüden ve kötülükten örnek olmaz kuralı unutulmamalıdır.

‘MEDENİ KANUNDAKİ MİRAZ HAKKI GÖZARDI EDİLDİ’

Son olarak; Mustafa Kemal Atatürk’ün ferasete, basirete, engin bilgi ve tecrübeye, ayrıca tarihi sorumluluğa müstenit olan “Ayasofya’nın müze olarak varlığını sürdürme” kararının takip edilmesini, böylece devletimizin öngörülemeyen cenderelere sürüklenmemesini ve uluslararası alanda hukuki problemlerle karşılaşmamasını arzu etmekteyiz. Danıştay 10. Daire kararında, Osmanlı vakıf hukukuna vurgu yapılıp, pozitif bilimden güç alan medeni kanundaki miras hukukunun göz ardı edilmesini kabul etmiyoruz, çünkü bu vurgu sebebiyle Ayasofya’nın ibadethaneye çevrilmesinden cesaret alarak, esas vasfı olan kiliseye dönüştürülmesi için harekete geçecek dış baskılara şimdiden fırsat verilmesini istemiyoruz.

'BÜYÜK VE ONARILMAZ BİR HATA'

Atatürkçü İlahiyatçılar olarak hassasiyetimizin, devlet yönetiminde olması gereken soğukkanlılıkla dikkate alınmasını bekliyoruz. Aksi halde, bir insanlık mirası olan Ayasofya’nın sadece bir dinin ibadetine özel kılınmasının büyük ve onarılmaz bir hata olacağını hatırlatıyor, önümüzdeki süreçte konunun takipçisi olacağımızı kamuoyunun yüksek bilgisine saygıyla sunuyoruz."

yuzdeyuzhaber





Son Güncelleme: 21.07.2020 08:46
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol