Gençlik yıllarınızda sizi şöhret olmak gibi bir heyecan sarar mıydı?
Benim şöhret isteğim ilkokul 5. sınıfta kabardı. Malatya’da ABD’nin verdiği barakalarda okuyoruz. 50’lilerin ortaları. Marshall Yardımı kapsamında süt tozu ve kokmuş peynir alıyoruz. Hasan Doğan diye bir öğretmenimiz vardı. Bir piyes yazmıştı. Adı Öksüz Mehmet. Bütün yan rolleri bulmuş ama Öksüz Mehmet’i bulamamış. En son bizim sınıfa geldi. Ben de sınıfın en geveze adamıydım. Öğretmen beni cezalandırmak için en arka sıraya oturdu. Sınıfın da en kısasıyım. Hasan Doğan geldi, beni göremedi. Ayağa kaldırdı herkesi. Mucize olacak değil ya, yine göremedi. “Sırayla yanımdan geçin” dedi, sondan dördüncü sıradayım. Beni gördü ve “Bir dakika dur” dedi. Baktı, kara kuru, çelimsiz ve çirkin bir çocuk. “Tamam, malı buldum” dedi. Öksüz Mehmet’i bana oynattı. Okullarda, köy meydanlarında, Halk Eğitim’de oynadık. Gözyaşını gördüm, kahkahayı, alkışı gördüm. Şöhretin ilk nüvesini orada tattım ben. “Bu işin üniversitesi varsa, gidip okuyacağım” dedim. Öğretmen okulunu kazanmıştım. İlk ve son sahtekarlığımdı; kağıdın üzerinde tahrifat yaptım, "Kazanamadım" dedim. Hamallık yapan babamın cebinden para çalıp, Ankara’ya konservatuvar sınavına geldim. Nâzım’ın Bir Küvet Hikâyesi isimli oyununu oynadım. Okulu ve leyli meccaniyi kazandım. Aydın Erol’la da o zaman tanıştık. Son sınıfta komünizm propagandasından da atıldım. Sonra İstanbul’a geldim ve sinema-tiyatro, o gün bugündür devam.