Fatih Camisi’nde 23 Nisan

24 Nisan 2022 Pazar 07:52
Fatih Camisi’nde 23 Nisan

Fatih Camisi’nde 23 Nisan

1979 yılıydı.

Henüz 14 yaşındaydı.

Tokat Zileliydi.

Dar gelirli ailenin çocuğuydu.

Bir eliyle babasının ceketinin ucundan tutuyor, öbür eliyle bavulunu taşıyordu. Gözleri, biraz da korkuyla faltaşı gibi açılmıştı.

İstanbul'a ilk gelişiydi, denizi ilk defa o gün gördü.

Eminönü'ye vardıklarında Yeni Cami'yi tanıdı, seyrettiği filmlerden… Yolun karşısına geçtiler. Altı numaralı iskeleden bilet aldılar.

Hayatında ilk defa gemiye binecekti.

Yüreği pır pır.

Vapur kalktı, etrafı seyrediyordu, ezberlercesine, Topkapı Sarayı'nı gördü, Kız Kulesi'ni gördü, geride kalan Sirkeci uzaklaşıp küçülürken, Adalar belirdi… Yanaştıkları ilk tabelayı okudu, Kınalıada.

Burası değildi.

Üçüncü adada indiler.

Heybeliada'ya böyle ayak bastı.

Erguvanlar açmıştı.

Ada, yaz coşkusuyla karşılamıştı onu ama, aileden, yuvadan ayrılmanın hüznünü gel de ona sor… Babası, cebindeki adres kağıdını çıkardı, iskelede duran birilerine gösterdi, tarif ettiler. Adanın en uzak tepesiydi. Faytona binmediler. Baba-oğul yürüye yürüye tırmandılar. İşte gelmişlerdi.

Deniz Lisesi.

Baba, evladına sarıldı, öptü, emanet etti oraya.

Macera başlamıştı.

Henüz 14 yaşında.

Ardından, Deniz Harp Okulu'nu bitirdi.

O ufak tefek oğlan, aslan gibi teğmen çıkmıştı.

Deniz Harp Akademisi'ni de birincilikle bitirdi, kurmay oldu.

Gökova fırkateyninin komutanlığını üstlendi, harp filosunun en iyi gemisi ödülünü kazandı. Bangladeş'te askeri ataşelik yaptı. Komodorluk yaptı. Hani, Libya'da içsavaşta sıkışıp kalan vatandaşlarımız savaş gemilerimizle taşınarak kurtarılmıştı ya… İşte o, en öndeydi, operasyonun kritik komutanıydı.

Sema'yla evlendi.

Batu dünyaya geldi.

Sonra Duru.

İyi insan, iyi baba, iyi komutan.

Birinci sıradan amiral olacağı kesindi.

30 Ağustos'a gün sayıyordu.

22 Ağustos'ta tutukladılar!

“Asrın iftirası”na uğrayan seçkin subaylarımızdandı.

Savunmasında şunları anlattı…

“Ömrümün üçte ikisini Türkiye Cumhuriyeti'ni ve hükümetlerini, dünya denizlerinde temsil edip, canım pahasına korumaya ant içmişken, gerçek olmadıkları yüzlerce kez ispatlanmış dijitallere dayanarak suçlanmamı, kara mizah olarak tanımlıyorum. İddianamede, ev adresim bile yanlış yazıyor!”

“Bir baba olarak, çocuklarıma bırakacağım en büyük miras, her ne olursa olsun doğruyu söylemeleri tavsiyesidir. Yalan, bu dünyadaki en büyük onursuzluktur. Bu inancımın aksine, en büyük onursuzluğu yapıp, sadece açık görüşte kucaklayabildiğim yedi yaşındaki kızıma hayatımda ilk kez yalan söyledim. Olan bitenden etkilenmemesi için, burada eğitim aldığımı, eve ne zaman döneceğimi bilmediğimi söylüyorum. Bana belli etmek istemese de, kendisini bu yalana inandırarak, kalbi kan ağlayarak, babasının vatan ve bayrak için kendilerinden uzakta olduğuna inandırarak, başı dik yürüyor.”

“Savunmamı, peygamberimizin söylediği ve hepimizin kulaklarına küpe olması gereken ‘Bir günlük adalet, 60 yıllık ibadetten faziletlidir' sözüyle tamamlıyorum. Bir saniyenin bile çok önemli olduğu insan yaşamında, Türk hukuk sistemine güvenmeye devam ediyorum.”

O eğip büktükleri hukuk sistemi, 16 sene yapıştırdı Murat'a.

Maltepe'deki arkadaşlarımdan biriydi.

Bir gece sancılarla hastaneye kaldırdılar. Safrakesesi… Ameliyat edildi. Salata yaparken parmağının ucunu bile kessen, kendini bir hafta kötü hissediyorsun. Hiç olmazsa, iki gün hastanede yatabilirdi. Yok kardeşim… Ertesi sabah cezaevine geri gönderdiler.

Sırf bu hadise bile, meselenin hukuk meselesi olmadığının kanıtıydı.

Yarışarak geçilmesi mümkün olmayan Atatürkçü subaylar, ölümüne cezalandırılıyordu.

Önce Hasdal'a geçti, sonra eşinin ve çocuklarının yanına, Ankara'ya, Mamak'a transferini istedi.

Her hafta açık görüş için o kadar yol yapmasınlar, perişan oluyorlar, bari ben oraya gideyim demişti.

Bu değişiklik, hem ailesine, hem ona iyi gelmişti, biraz merhem olmuştu. Taa ki 23 Nisan'a kadar… Her gün zaten fenaydı ama, o gün daha bir fenaydı. Çocuk Bayramı'nda çocuklarına sarılamıyordu.

Anca 26'sında açık görüş vardı.

Üç gün, üç asır gibi geçti.

Hep güler yüzlü, hep iyimserdi ama, o üç gün adeta içine kapanmıştı.

26'sı sabahı, nihayet, koştu kucakladı hasretle, kızını, oğlunu, eşini, annesini…

Batu, 14 yaşına gelmişti.

Babasının, kendisini Deniz Lisesi'ne teslim ettiği yaştaydı artık oğlu.

Ama oğlunun 14 yaşı, kendisinin 14 yaşından çok farklıydı.

Yaşanan sıkıntılar 24 yaşın olgunluğuna getirmişti Batu'yu… Sakın merak etme baba, ailenin başındayım dercesine, dimdik duruyordu.

Duru'nun ise, gözleri dolu doluydu.

Belli etmemeye çalışıyor, dudaklarını ısırıyordu.

Bir baba için daha çaresiz nasıl bir durum olabilir ki?

Gel dedi kızına… Güya neşelendirecekti, gel biraz top oynayalım dedi.

“Ayağı kaydı, düşüp başını taşa çarptı” diye yazdı haysiyetsiz gazetelerimiz… Elbette palavraydı.

Maalesef, buraya kadar dayanabilmişti.

Dünyanın kahrını taşımaktan yorulan asırlık ağaç misali, durup dururken devrilmişti.

Düştüğü için beyin kanaması geçirmemiş, beyin kanaması geçirdiği için düşmüştü.

Mahkemedeki savunmasında “bir saniyenin bile çok önemli olduğu insan yaşamında” derken, tam olarak bunu kastediyordu.

Kaybettik Murat'ı.

Maltepe askeri cezaevindeki arkadaşlarım, gazeteye vefat ilanı verdi, kelimesi kelimesine hafızama mıh gibi çakıldı…

“Masumiyetin, haklılığın ve namusun tutsaklığına, kendi yurdunda esir alınışına ve adaletsizliğe isyan ile şehit düştü.

Murat'ın ölümüne vicdansızlık, hukuksuzluk ve vefasızlık neden oldu.

Ama ölmekle bitmeyeceğiz.

Neden olanlar,

Sessiz kalanlar,

Hiçbir şey yokmuş gibi yapanlar,

Biliniz,

Hatta emin olunuz,

Öldürmekle bitmeyeceğiz!

Murat'ın kanı üzerinizde,

Görüyoruz,

Beyaz'da Mavi'de Haki'de,

Biliniz,

Öldürmekle bitmeyeceğiz!”

Kutsal Kabe'nin Sular İçinde Fotoğrafları Gün Yüzüne Çıktı!

O feci günün sabahı, Maltepe'de hapis yatan arkadaşlarımı temsilen İstanbul'dan Ankara'ya geldim.

Gata'ya.

Morgun kapısındaydık.

Erkekten çok kadın vardı.

Göz pınarları kurumuş, gözleri ağlamaktan şişmiş kadınlardı.

Esir subayların eşleriydi.

Balyoz iftirasıyla kendi vatanında esir alınan subayların eşleriydi.

TCG Maltepe, TCG Mamak, TCG Silivri, TCG Hasdal, TCG Sincan, TCG Hadımköy, TCG Şirinyer, hepsinin ailesi oradaydı.

Esir silahlı kuvvetlerimizin hüzün donanmasıydı.

Getirdiler Murat'ı.

Sahte delil bavuluyla girmişti.

Ay-yıldızlı tabutla çıkıyordu.

İmam geldi.

Üç-beş klasik beylik laftan sonra, malum soruyu sordu.

Hakkınızı helal eder misiniz?

Asrın iftirasıyla hapse attık, çoluğundan çocuğundan ayrı bıraktık, kahrından öldürdük, üstüne, hakkımızı helal edeceğiz öyle mi?

Ne hakkı be!

Asıl o bize hakkını helal etti mi acaba?

Annesi etmedi mesela.

Kahraman bir evlat yetiştiren o annenin haykırışını ömrümün sonuna kadar unutmayacağım.

Kahraman bir evlat yetiştiren annenin bedduasını alan devlet ayakta kalabilir mi, sanmıyorum.

Arkadaşları omuzladı tabutu.

Hemen hepsi sanık'tı.

Ergenekon'dan Balyoz'dan Casusluk'tan yatıp çıkanlardı.

Askeri cenaze töreni için görevlendirilmiş üniformalı muvazzaf subaylar vardı, hepsinin başları öne eğikti, kimsenin yüzüne bakamıyorlardı.

İnanın, o üniformalı subaylar, sanık subaylardan daha hazin durumdaydılar.

Yüklediler cenaze arabasına, doooğru Mamak'a.

Şehit düştüğü askeri cezaevine götürüldü Murat.

Gerçekten hak edenlerden helallik almaya.

Kendi vatanında kendi ordusu tarafından esir tutulan arkadaşları, askeri tören yaptı.

Sözün bittiği yere, beyin kanaması geçirdiği açık görüş alanına, masaları birleştirip, musalla taşı kurdular.

Etrafına U şeklinde dizildiler.

35 senelik arkadaşı, deniz kurmay albay konuşma yaptı.

“Batu ile Duru, şimdi artık hepimizin çocukları. Sema, bizler son nefesimizi verene kadar, kardeşlerimizden daha kardeş. Mekanın cennet olsun. Bir gün yanına gelmek kısmet olsun” dedi.

Selam verdiler.

Tören mangasına dokundurmadılar, Murat'ı omuzladılar.

Kocatepe Camisi'ne geldik.

Dünyanın en büyük ailesi oradaydı.

Yurttaşlar.

Vatanı sevmek için illa harp okuluna gitmek gerekmiyor, yürekli, bilinçli yurttaş olmak yeterli… Gelmişlerdi.

Türk Silahlı Kuvvetleri çelenk göndermişti.

Suçluysa, niye çelenk gönderiyorsun?

Suçsuzsa, içerde kalmasına niye göz yumdun?

Genelkurmay başkanı yoktu, utancından gelememişti.

Deniz kuvvetleri komutanı gelmişti, dakikalarca yuhalandı.

15 kadar korumasıyla gelmişti, etrafında koruma çemberi oluşturulmuştu, bir ara göz göze geldik, aman ha noolur noolmaz seni korusun diye muhrip de getirseydin diye bağırdım, başını öne eğdi.

Kumpasçılarla imam nikahlı olan Akp, sloganlarla yuhalandı.

El Fatiha.

Bindirdiler Murat'ı top arabasına, arkadaşları son kez omuzladı.

Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Dedim ya, Libya'da mahsur kalan Türk vatandaşlarını kurtarma operasyonunda komutandı.

Görev tamamlanınca, Mısır kıyılarında demirlemişlerdi, bir süre orada kalacaklardı.

Bölgede bulunan emri altındaki savaş gemilerimize anons yaptırdı: “Umreye gitmek isteyen arkadaşlar ismini yazdırsın.”

Listeler yapıldı.

İsmini yazdırmayan erler vardı.

Sebebini tahmin ettiği için, o erlere tek tek sordu, “gelmek istemediğinizden emin misiniz?”

Elbette canı gönülden istiyorlardı ama, paraları yoktu.

Murat hepsinin masrafını üstlendi, kendi cebinden ödedi.

Otobüsler tutuldu, hep birlikte Umre'ye gittiler.

İhrama girdi.

Vasiyeti vardı…

İşte o ihram örtüsü, Murat'ın kefeni yapıldı.

O ihram örtüsüyle toprağa verildi.

İhram örtüsüyle defnedilen Murat gibi kahramanlarımızı “Fatih Camisi'ni bombalayacaklar” yalanıyla hapse atmışlardı.

Murat için, aynı asrın iftirasına uğrayan silah arkadaşları tarafından, 7'sinde ve 40'ında Fatih Camisi'nde Kuran okutuldu.

Gelenek haline getirildi.

Balyoz, Ergenekon, Casusluk kumpasıyla “Fatih Camisi'ni bombalayacaklar” iftirasıyla esir alınan tüm kahraman subaylarımız… Murat'ın her ölüm yıldönümünde, Fatih Camisi'nde biraraya geldiler.

Kumpas davalarında şehit olan tüm kahraman subaylarımız için, Murat, Ali, Kaşif, Berk, Tarık, Abdülkerim, Mehmet adına Kuran okuttular.

Ve dün…

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızda, “Fatih Camisi'ni bombalayacaklar” diye hapse atılan Atatürkçü subaylarımız, yine Fatih Camisi'nde buluştular.

Öğle namazından önce, şehit kurmay albay Murat Özenalp'in ölüm yıldönümü vesilesiyle, tüm şehitlerimiz adına Kuran okuttular.

Her yıldönümünde olduğu gibi, yine sessizce buluştular, yine sessizce saf tutarak dualarını ettiler, yine sessizce dağıldılar.

Şu mübarek ramazan günü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız vesilesiyle tekrar hatırlatayım istedim.

Tarih, böyle ihanet görmedi.

Çok vebal alındı.

Çok ah alındı.

Unutmayacağız.

Asla unutturmayacağız.

yuzdeyuzhaber





Son Güncelleme: 24.04.2022 09:42
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol