Fransızca, Almanca, İngilizce, Farsça, Arapça, beş lisan bilirdi.
Ressamdı.
Türk resim sanatının öncüleri arasında yeraldı.
Osman Hamdi Bey'in öğrencisiydi.
Zonaro'yla arkadaştı.
İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Namık İsmail ve Nazmi Ziya gibi 1914 kuşağı
sanatçılarla birlikte, aynı atölyede resim yapmaktan hoşlanırdı.
Bu topraklarda kurulan ilk Ressamlar Cemiyeti'nin başkanıydı.
Paris'te sergi açtı.
Haremde Beethoven, Haremde Goethe gibi tabloları Viyana'da sergilendi.
Bu tabloları şu anda Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi'yle İstanbul Resim Heykel
Müzesi'nde bulunuyor.
Çıplak model kullandı, taassup göstermedi, nü resimler yaptı.
Hatta fotoğrafını gördüğünüz şekilde Harem'deki kadınları bile havuz başında
çıplak olarak resmetti.
Teee 1899 yılında yaptığı Avluda Kadınlar isimli bu yağlıboya tablosu, 2013
yılında açık arttırmayla 1 milyon 600 bin liraya satıldı, o günkü döviz kuruyla
yaklaşık 1 milyon dolardı.
İstanbul'da resim atölyeleri açtırdı, kabiliyetli gençlerin Avrupa'da sanat
eğitimi alması için burs verdi, Hüseyin Avni Lifij'in mesela, Paris'te okumasını
sağladı.
Entelektüeldi.
Dönemin aydınlarıyla dostluk kurardı; Abdülhak Hamit Tarhan'ın, Recaizade Mahmut
Ekrem'in, Tevfik Fikret'in, Pierre Loti'nin portrelerini yaptı.
Tiyatro sevdalısıydı, kaçırmazdı.
Bir akşam “Baykuş” isimli oyuna gitti, başroldeki sanatçıya hayran kaldı,
ihtiyar birini canlandırıyordu, gerçekten ihtiyar gibiydi, aslında 24
yaşındaydı, o genç sanatçıyı köşküne davet etti, tiyatrodaki gibi ihtiyar
makyajını yaptırdı, yağlıboya portresini yaptı, henüz şöhret olmadan önce
keşfettiği o delikanlı, Muhsin Ertuğrul'du.
Resim gibi müziğe de büyük ilgi duyardı.
Franz Liszt'in öğrencisi Macar piyanist Hegyei'yle, keman virtüözü Carl
Berger'le çalıştı.
Piyano, keman, viyolonsel ve klavsen çalardı.
Konçertolar, prelüdler besteledi.
Eski Türkçe harflerle isminin yazılı olduğu 1911 yapımı Steinway piyanosu ve
Lucas marka viyolonseli şu anda Dolmabahçe Sarayı'nda korunuyor.
Müzik kütüphanesi vardı; Beethoven, Mozart, Haydn, Schumann başta olmak üzere,
klasik müziğin en önemli bestecilerinin arşivini tutardı, Avrupa'dan notalarını
getirtirdi.
O dönemin İstanbulunda en ünlü müzik mağazasının sahibi olan Ernest
Comendinger'in bir numaralı müşterisiydi.
Dolmabahçe Sarayı'nda, fotoğrafta sadece küçük bir bölümünü gördüğünüz, 10 bin
867 kitaptan oluşan muhteşem kütüphanesi vardı.
Bu kitapların 6 bin 454'ü Fransızca ve Almanca'ydı.
Victor Hugo, Emile Zola, Voltaire, Goethe, Schiller okurdu.
Fransız ve Alman edebiyatına ait eserleri sadece biriktirmediğini, bizzat
okuduğunu biliyoruz; çünkü, cümlelerin altını çizmiş, sayfa kenarlarına notlar
düşmüştü.
Librairie Weiss, Gerard Freres gibi yabancı yayınevlerinden alışveriş yapardı.
İstanbul'daki Kitabhane-i İbrahim Hilmi, Tefeyyüz Kitabhanesi, Vatan
Mücellidhanesi gibi yayınevlerinden kitap satın alırdı.
Kütüphanesinde yeralan Usulü'l-Hikem fi Nizamü'l-Ümem, yani, Milletlerin Düzeni
Hakkındaki Bilgelik Kaideleri isimli kitabı, İbrahim Müteferrika tarafından
yazılmıştı, ilk Türk matbaası, İbrahim Müteferrika Matbaası'nda basılmıştı.
Deri, atlas, kadife, ahşap, hatta mermerle yapılmış, cilt sanatının nadir
örneklerini toplardı.
Kitapların yanısıra ciltli halde 3 bin 829 dergisi vardı.
Sporcuydu, at binerdi, eskrim yapardı, güreş tutardı.
Yüzmeyi çok severdi, ailesiyle birlikte plaja gider, tentelerin arkasına
saklanmazdı, bildiğin mayo giyerdi, denize girerken fotoğrafının çekilmesinde
sakınca görmezdi.
Futbola meraklıydı.
Oğlu, Fenerbahçe başkanlığı yaptı.
Batılı giyinirdi, daima çok şıktı, kravatsız fotoğrafını bulamazsınız,
ayakkabılarını Paris'te yaptırırdı, kolonyalarını Almanya'dan getirtirdi.
Fotoğrafta gördüğünüz kızı Dürrüşehvar sultan dahil, gelini dahil, ailesinde
tesettür yoktu, hepsinin başı açıktı.
Eşinin ve kızının saçları açık halde tablolarını yaptı.
Tee 1919 senesinde kadın dergisi İnci'ye röportaj verdi; kadının toplumdaki
yerinin artması gerektiğini, kadınların da erkekler gibi eğitim alması
gerektiğini, kadınların meslek sahibi olmaları gerektiğini, kadınların sanat
alanındaki çabalarının desteklenmesi gerektiğini anlattı.
★
Abdülmecid efendi.
★
Son halifeydi.
★
Topkapı Sarayı'nın kutsal emanetler dairesinde halifeliği devralırken, tarihte
ilk kez Arapça yerine Türkçe dua edildi.
Halife olarak ilk cuma namazına Fatih Camisi'ne gitti, tarihte ilk kez Türkçe
hutbe okundu.
O hutbede, İslam aleminin artık “cehaletle savaşması gerektiği” anlatıldı.
★
Son halifenin babası Abdülaziz, hem padişah, hem halifeydi.
Babası da kendisi gibi müzisyendi, piyano çalardı, vals besteledi, operaya
meraklıydı, Londra'da Viyana'da Paris'te kraliyet galalarında ağırlanırdı,
izlesinler öğrensinler diye şehzadelerini de yanında götürürdü, Wagner'in opera
binasına maddi yardımda bulunmuştu, Beyoğlu'ndaki Naum Tiyatrosu'na giderdi,
sanatçılara ihsanlarda bulunurdu.
Babası da kendisi gibi ressamdı, kendi heykelini yaptıran ilk ve tek padişahtı.
★
Son halife Abdülmecid efendinin resim konusunda en büyük destekçisi, amcasının
oğlu, hem padişah hem halife, Abdülhamid'ti.
Sanat çalışmalarını orada rahat rahat yürütebilmesi için, bizzat Abdülhamid
tarafından Üsküdar'da av köşkü hediye edilmişti.
★
E şimdi bakıyoruz…
★
Ayasofya'nın camiye dönüşmesiyle havaya giren Hacivat kılıklı bi takım zırcahil
arkadaşlar “hilafet ilan edilsin” filan diyor.
★
Hilafet milafet zaten artık mümkün değil ama…
Bunların halife'ye özenmesi, halife'ye hakaret birader!
yuzdeyuzhaber
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.
Üye Girişi Üye Ol