İstanbul’da, Levent’in en işlek caddesinin üzerinde, simit satan zincir mağazalardan birine girdim. Randevuma biraz erken gittiğim için hem çay içer, hem de arkadaşımı beklerken kitabımı okurum dedim. Tam kasaya gelmiştim ki; üzerinde kazak, minnacık bir çocuk girdi içeriye ellerinde birer kağıt mendille…
“Abla mendil alır mısın?”
Kendisi de sokaklardan gelen, Sokak Çocukları Derneği Başkanlığı yapmış bir arkadaşımız, sıkı sıkıya tembihlemişti; “mendil satan çocuklara sakın para vermeyin. Onları kullanıp, istismar ediyorlar. Ellerinden paralarını alıyorlar. Kötülük edersiniz para verirseniz” demişti. O günden beri içim sızlayarak da olsa, hayır demeyi ilke edinmiştim mendil satan çocuklara para vermek konusunda.
“Hayır canım” dedim o minnacık surata bakıp içim ezilerek. Tam ben soracaktım ki o sordu:
“Abla bana simit alır mısın?”
“Alırım” dedim. “Ne istiyorsun, seç bakalım…”
En ucuzundan, klasik simidi gösterdi.
“Kaç tane istiyorsun?”
“3 tane dedi. Biz sekiz kişiyiz de. Abla içecek de alır mısın?”
“Tamam, ne istiyorsan alabilirsin”
“Adın ne senin?”
“Berat” dedi.
“Kaç yaşındasın sen?”
“Altı”
“Annen baban var mı?”
“Var abla”
“Nerede oturuyorsun?”
“Gültepe’de”
“Okula gidiyor musun?”
“Hıhı evet!”
“Kaça gidiyorsun?”
“…”
“Bire mi?”
“Yok….”
“Anlaşıldı!”
Sırada bekleyen genç kızların da yardımıyla aldıklarını torbaya koyarken; çocuklarına çeşit çeşit yiyecek getiren bir babanın gözlerindeki mutluluğu gördüm Berat’ın minicik yüzünde, gülen gözlerinde. Kahroldum iyice o yüzü görünce!
Sen daha altı yaşındasın oğlum! Bu yaşında koca bir hayatın yükünü omuzlamış gibisin. Önünde kocaman bir yaşam seni bekliyor. Büyüyeceksin daha… Senin adam gibi beslenmen, okula gitmen, oyun oynaman lazım, diye düşünürken kendi kendime,
“Allah razı olsun abla, Allah ne muradın varsa versin!” demez mi bir de üstüne! Yerin dibine geçtim!
 “Ben altı yaşımda hayatta kalmak için uğraşırken, sizler sadece çocuklarınıza iyi bir gelecek hazırlamanın derdindesiniz. Onları düşündüğünüz gibi bizi niye düşünmezsiniz?” diye beddua edeceğine, dua ediyor bir de çocuk!
Üç gündür gözümün önünden gitmiyor Berat’ın minnacık aydınlık yüzü. Her lokma boğazıma diziliyor, sofraya otururken aklımda Berat; “acaba ne yiyor, yiyecek bir şeyler bulabildi mi bugün” diye düşünmekten kendimi alamıyorum! Perişan etti beni o çocuk!
Minik Berat’a rastlamadan bir gün önce, bakanlık da yapmış bir milletvekili, partilerinin adayları için oy isterken; “… vereceğiniz destek, kıyamet günü ‘berat belgeniz’ olacak” deme gafletinde bulundu!
Pes! Azıcık edep ya hu!!
Allah’ı transfer ettiniz de bizim mi haberimiz yok?
Ülkeyi yangın yerine çevirdiniz yeter, bari milletin ahiretini perişan etmeyin!
Sizin işiniz; Allah’ın dinini pazarlamak, cennete ‘berat’ belgesi dağıtmak değil; Beratlar’ın karnını doyurmaktır!
Beratlar açsa, geleceği yoksa; batsın sizin partiniz de, oyunuz da, seçiminiz de…
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol