Vatanımızda, dünyaya bakış ve hayat tarzları gittikçe daha belirgin düzeyde farklılaşıyor. Bir taraf, Türk milleti adına çevre bölgeleri ele geçirebilecek ve dünyaya kafa tutabilecek askeri, ekonomik ve politik bir güce, İslami bir şemsiye altında, en merkezi bir biçimde ulaşmaya çalışırken, diğer taraf farklılıkların yarattığı zenginliğin ve bölgede barışın korunmasını, siyasal erkin daha çoğulcu ve katılımcı bir zemine kavuşmasını ve ekonominin özgürlükçü ve eşitlikçi bir kalkınmayı hedeflemesini istiyor.

Velhasıl hayat, yokuş aşağı inmeye devam ediyor. Sofrada ekmek, evlerde huzur, insanlarda uyum ve umut azalıyor. Yuvarlandığımız yerin karanlık bir çukur olmaması için, tek çaremiz birleşmek ve direnmek olduğu halde, "Laikçi-İslamcı" kutuplaşmasını aşacak ortak bir güç kaynağı ve bir çekim merkezi oluşturulabilmesi, en acil görev olarak kendini dayatıyor. 
Bu amaçla, İslam’ın devrimci özü ve laikliğin İslam ile uyumu, geniş yığınlara daha güçlü aktarılmalıdır. Dini, bir tahakkümler zinciri oluşturma yozluğundan soyutlayarak dini, özgürlükler alanı oluşturma dinamiğine dönüştürmek yani dini, özgürlükler çerçevesinde kavramak elzem bir zihniyet dönüşümü gerektirmektedir. Vatanın arzusu, dinini, inancını yozlaştırmadan koruyan ve laik, adaletli bir yaşam onuru taşıyan çoğulcu, katılımcı bir toplumsallaşmaya yönelimdir. Gerisi karanlıktır, zulümdür, riyâdır. Öte yandan kutuplaştırma çemberini kırabilmek için; merhameti ve şefkati güçlendirmek, toplumda empatiyi geliştirmek ve asla zulmedenlerin dil ve üslubunu kullanmamak, temel ilkelerimiz olmalıdır.

Kandırıp Korkuttuklarınız Kazacak Mezarınızı...

Zalimlerin kandırmak ve korkutmaktan öte, asırlardır ustalaştığı nedir ki? İktidarın gücünü bir kere ele geçiren her zalimin övündüğü “Ustalık”, tarihten gelen o eşsiz gözbağcılık yeteneğinden öte nedir ki? Zalimler, yalan sarmalında ustalaştıkça, kahrolası kanlı komplolarıyla daha açıkça övünmekten aşırı zevk alırlar. Dolayısıyla halkın önemli bir kısmı uzun bir süre tezgâhlanan sahte umutlara ve yalanlara o kadar inanır ve alışır ki, artık yalansız dolansız yaşayamaz hale gelir. Her yalan bir önceki yalanın kanıtlarını siler ve halkın bir kısmı, yalanın geçmiş izlerini unutur ve kaybeder. Lâkin sürekli silinen ve yenilenen, sonra yeniden silinen bir hafızaya mahkûm edilen bu halkın içinden bir kısmı, zamanla dayanılmaz bir hâl alan vicdan azabıyla öne çıkıp, yalanları deşifre edecektir. Geriye kalanlar, açığa çıkarılan bu yalan ve dolanların kanıtlarına inanmamakta yine ısrar edecektir. Çünkü hakikat ters döndürülmüş olduğundan, yalana hakikat diye sarılmaktadırlar. Zaten çoğu, hakikati öğrenip gereğini yapabilecek bir özgürlüğe ve maddi güce sahip değildir. Zalimler tarafından cahil, yoksul ve yoksun bırakıldıklarından, sahte kurtarıcılara hemen inanmaya hazırdırlar. 

İşte tüm bu hâl ve gidişten dolayı, radikal bir dönüşüme, zihinsel ve yaşamsal olarak muazzam şekilde ihtiyaç vardır. En safımız bile bunun gerekliliğini hissediyor ve bu nedenle değişim ve dönüşümden bahseden her kim varsa, hemen gözlerini o yöne çeviriyor. Sabretmek ve toplumsal değişim rüzgârının, hakikatten yana esen gücüne inanmak istiyor. Hissediyor ki, ne kadar çok isterse, adalet ve özgürlük de, o kadar yakınlaşacak ona ve hissettiği bir şey daha var ki, o da, kendisini kurtaracak olan öncelikle yine kendi iç değişimidir. Bu anlamda hakikatle barışma mücadelesinin ivmesi, gittikçe yükselmek durumundadır.

Hakikatlerin gün yüzüne çıkacağı yeni bir dönem açılıyor. Şimdi kim kazanacak? Bu dönemden, kimler haklı ve kârlı çıkacak? Sendikasızlaştırılan, güvencesiz çalışan ve taşerona mahkûm edilen işçiler, sessiz mi kalacak? İşten atılan mağdur edilen aydınlar, gazeteciler evlerine mi kapanacak? Evi barkı yıkılan, sokakta kalan Kürtler kime sarılacak? İbadetlerine hâlâ yoz bir eğlence gibi bakılan Aleviler, sadece saz mı çalacak? Her gün öldürülen, saldırılara açık hale gelen kadınlar, hayatın akışını seyre mi dalacak?

Eskisi kadar kolay değil, hem iyi bir Müslüman olmaktan bahsedip, hem de kul hakkını hiç edip savurmak. Nereye kadar sürdürülebilir, aklın ve vicdanın kilitli tutulması. %51'in içinden bu gidişe dur diyenler çıkmadıkça ve onlar, hakikati sadece kendi çıkarlarından hareketle belirlemekten vazgeçmedikçe, bu gösteri demokrasisi ve bu sahte demokrasi nöbetleri sürüp gidecek.

Hakikate kendi dar pencerelerinden bakanlar, her tarafta her zaman vardır. Hâlbuki hakikat dediğin, çokluğun içinde birliktir. Evet, tektir hakikat ama farklılaşmaların doğallığını görmezden gelip hiç eden ve hayatı tekleştiren bir hakikat asla yoktur. Somutta hakikat, vicdanı ve aklıyla uzlaşan ve uyum sağlayan, farklılıklarına rağmen eşitlenen ve birleşen bir toplumsal barış hâlidir. İnsanın kendisiyle barışık olması, kendisini sevmesi, diğer insanlarla barışık olması ve kimseyi ötekileştirmeden sevebilmesi, o insanın hakikatle birleşmesi, bütünleşmesi demektir. Bunu görmek istemeyenler, ayrımcılık ve imtiyaz yaratanlardır ve onların nefsi, her daim iblisin oyuncağıdır.

İnsanlık ve Dünya Barışı Denilince...

İnsanlığın, "ortak iyilik" yani kamusal adalet ekseninde dönen değerler dünyası; ahlâki ve vicdani açılımı olmayan tek bir yasayı bile barındıramaz. İnsanlığın çağımızdaki sorumluluğu, vicdani özgürlük ekseninde, yepyeni devlet mekanizmaları oluşturmaktır. Dünya barışının teminatı, bu değişim olacaktır. İnsanlık, denilen kavramsallaştırma, tek bir inancı, tek bir etnisiteyi ve tek bir değerler sistemini putlaştırmamalıdır. İnsanlık dendiğinde, “herkes için ortak iyilik ve adalet” eksenindeki ortak değerlerin bir bütünlük içinde buluşturulması anlaşılmalıdır. Böylesi bir insanlık kavramsallaştırması, zihinsel ve maddi bir güce dönüştüğü zamandır ki, devletlerin adalet ve barış içinde, dünya barışını korumayı temel alan bir forma dönüşmeleri mümkündür. Bunu başaracak olanlar ise her dinden, her etnisiteden ve her sınıftan, ahlâk ve vicdan sahibi, iyi ve dürüst insanlardır. Bugünkü kapitalist dünya devletleri, bu ortaklaşmadan müthiş korkarlar ve çelik çekirdeklerinde korudukları iktidar merkezlerinde, sonradan rıza ve onay mekanizmalarıyla insanlara sundukları "sınıfsal ve ulusal çıkarları" kurgularlar. Öyle ki bu kurgusal yanılgılar, insanlığın evrensel değerleri gibi sunulur. Aksine bunlar, bir avuç zalimin çıkarları için, dünyayı cehenneme çeviren ve insanlığı parçalayan şeytani tuzaklardır.

İnsan dediğin ağaçta yaprak, toprakta kök, havada bulut, denizde balık, yer altında yuvalanan yılan, çiçeklerden bal ören arı, velhasıl cümle mahlûkatıyla kâinatı bağrında toplayan bir mucize değil de nedir? İnsanlar ve kültürler, uzak yakın, toprağa uzanan farklı köklerden beslenseler de bir ağacın dalları gibidirler. Kökleri ayırsanız, dalları ayırsanız, yapraklara kadar ayırsanız ne çıkar? İnsanlık dediğimiz tarihsel ontoloji, adalet ve merhamet hissiyatı ile bütünleşen ve gönül de dediğimiz vicdanlarda bütünleşen, kültürleri iç içe geçen bir sistem hâlidir. Bütün insanlık tarihi, ontolojik olarak zorla ayrıştırma ve gönüllü olarak birleşme tarihidir. İnsanlığı parçalayan değerler zor ve hileye dayalı, ortaklaştırmaya dayanan değerler ise iyilik ve adalete dayalıdır. Orta Doğu ve Ön Asya coğrafyasında yaşayan toplulukların birlik ve beraberliğini orta yerinden çat diye kırıp parçalamak isteyen zalimler, bizi birleştiren değerleri çürütmeye, bencillik ve ayrıcalık hislerimizi şeytanca yükseltmeye çalışırlar. Dedelerimiz, Çanakkale ve Hicaz'da bu toprakları hep birlikte savunmadılar mı? Kürt Türk Acem kardeşliği bin yıllık bir geçmişe sahip değil mi? Neden adalet kutbunda bütünleşmeyelim? Bizi engelleyen alçakların hilelerine neden kanalım? İnsanlık hissiyatında vicdani, ahlaki ve moral değerler açısından neden bütünleşmeyelim? İçimizdeki şeytanı susturmaktan ve ötekileştirmelere karşı birleşmekten başka hiç bir çaremiz yoktur.
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol