“Çaresi ne peki bunun?” dedi genç kadın arkadaşına. “Kendimizi nasıl koruyacağız, kalbimizi nasıl onaracağız? Daha da önemlisi öğrenilebilen öğretilebilen bir şey mi bu? Çoluk çocuğumuza eşimiz dostumuza nasıl anlatacağız? Her seferinde seveceksin ve her seferinde daha fazla perişan olacaksın mı diyeceğiz? İyisi mi kimseyi sevme, kimseye inanıp güvenme, kaskatı kalbinle buzdan şatondan dışarı adım atma mı diyeceğiz?”

“Korkunun bizi korumadığını öğrendim en azından.” dedi arkadaşı. “ Korkularla bir yere varılamayacağını öğrendim. Ne kadar kaçsak daha beterine yakalanacağımızı, koşmaktan vazgeçip göğsümüzü germeden, evet işte buradayım, gel bakalım demeden kurtulamayacağımızı en sonunda öğretti hayat bana. Hayat çok istikrarlı bir öğretmen, kararlı, adanmış. Vazgeçmiyor. Sen kendinden vazgeçsen de o asla peşini bırakmıyor, ta ki dönüp de onunla göz göze gelene kadar. İliklerine kadar titresen bile o gözlerin ta içine, dimdik, gözünü kırpmadan bakana kadar.”

“Korkmamayı öğrenmek!” dedi isyanla, “Al işte yine büyük büyük laflar! Mümkün mü öyle bir şey, var mı? Bazen diyorum ki, herkes bir başkasının cümlesinin, hayatının, hayalinin içerisinde yaşıyor. Etrafta beylik laftan, klişeden, öğretiden bol bir şey yok. Ucu bucağı olmayan, pratikte başarılamayan üç cümleyi sıralayan, kendini oldum sanıyor. Erdim, şimdi daha insanım! Ve daha da kötüsü, nefesi kesilene kadar güç bela şişirebildiği balondan egosuyla daha da kendini bilmez şekilde dalıyor ortamlara. Balonlar çarpışıyor, şişmekten hangisi daha önce inceldiyse o patlıyor. Patlamayan, anlık zaferinin tadını anca bir sonraki daha sert çarpışmaya kadar yaşayabiliyor. Akşam olduğunda  ise hepimiz ya boş, soğuk ve düşman evlerimize dönüyoruz ya da teselliyi sahte bir sıcaklıkta, tanımadığımız insanların bilmediğimiz yataklarında arıyoruz.”

“Haklısın”, dedi arkadaşı. “Belki de işte öğrenmemiz gereken tam da bu. Yanlış yapabilmemiz, yanlışı sürdürebilmemiz, bir yanlışı yaşayabilmemiz ama sonuçta tüm yaşadıklarım bana aitti diyebilmemiz. O kadar korkmuşuz ki hatalarımızdan, yaşayamayacağımızı sanmışız onlarla. Lekesiz, tertemiz, pürüzsüz olmazsak sevenimiz olmaz.. İçten içe lekeye hasret kalmışız, kusurlu olana özenmiş, en azından kaybedecek şeyi kalmadı, işte şimdi özgür diye iç geçirmişiz. Ben esas acının, acıyla mücadele ederken, ondan kurtulmaya çalışırken, onu inkar ederken yaşandığını ilk anladığımda hissettiğim yürek serinlemesini hiç unutmam. Sanki ayağı kapana kısılmış bir ceylanın ayağını kurtarmak için çekiştirmekten vazgeçip, orada öylece kımıldamadan beklemesi gibi. Aşk canımı en çok acıttığında, ayrılık, ihanet, hasret kalbimi ilk dağladığında, refleks bu ya, hızla kaçmaya çalıştım. Öfkeyi de yanıma alarak elbette. Ayrılığın buzu ve öfkenin koruyla başbaşasın bir düşün. Kalbine buzdan hançerler saplarlarken mideni de ateşe vermişler ve sen o bedende kapana kısılmışsın. Üzgün müsün öfkeli mi belli değil. Sadece çılgınlar gibi mücadele ediyorsun. Başına gelene inanamayıp, veryansın ediyorsun. Hıçkırıkların seni nefessiz bırakmış ama ellerin neredeyse taş haline gelmiş bir yumruk. Kime vursun bilmiyor en sonunda dönüp kendine bir tane patlatıyorsun! O andı işte uyandığım an! Elimde sadece kendimin olduğunu, ne yaparsam kendime yapabildiğimi ve yine de kendimden kaçıp kurtulamayacağımı anladığım an! Kapan sımsıkı kapalıydı. Ondan kurtulabilmek için kendimi çekiştirmek sadece canımı daha fazla acıtırdı. Vazgeçtim. Canım acımıyormuş gibi yapmaktan, nefessiz kaldığımı saklamaktan, kapılarını sonuna kadar açıp beni tehlikeye atan kalbimle savaşmaktan, kendime kızıp, ruhumu dövmekten vazgeçtim. Evet dedim, hepsi oldu bunların ve şimdi buradayım. Her yanım kanıyor, tüm korkularımla başbaşayım. Kimse acımıyor bana şu esnada, istese bile kimse kurtaramıyor. Vücudumun içini dağlayan yürek benim yüreğim ve o atmaya devam ediyor. Her nabız acıtıyor canımı, her nefes yakıyor ve şu an bunu yaşamaktan başka çarem yok. Olanla savaşmaktan, kendimle çelişmekten, beynimle didişmekten vazgeçtim. Seni çok sevdim dedim kendi kendime. Gittin yine de sevdim. Kendimi gördüm, seni gördüm hala sevdim. Olmayacağını anladığımda, olmaması gerektiğine inandığımda, benim sevdiğimin sen olmadığını fark ettiğimde seviyordum yine de. Şimdi kabul ediyorum, şimdi nedenleri, nasılları biliyorum ama artık ben kalbimle beynimi savaşa sokmuyorum. Ben aradan çıktım ve onlar anlaşmanın yolunu buldular en sonunda. Birbirlerine saygı duymayı, işlerine burunlarını sokmamayı, sıralarını beklemeyi başardılar. Artık hisler yüzünden birbirlerine kızmıyorlar. Hiçbiri diğerini düşünceleri sebebiyle suçlamıyor. Birinin deli fişekliğiyle diğerinin garanticiliğiyle barıştı. İçimde bir sulh hakim şimdilerde. Tadına doyulmaz bir huzur. Gel dedim sonunda hayata, nasıl biliyorsan öyle gel…”

“Yani seni seviyorum diyorsun” dedi, “Ama senden ne köy olur ne kasaba…”

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol