İslam, sağ ve sol gibi güncel, göreli ve yüzeysel politik kavramlarla daraltılamaz. İslam, bütünüyle ve sadece sol ya da bütünüyle ve sadece sağ olarak görülemez. İslam’ı daraltma ve sınırlama işlemleri, İslam’ın tutarlı bütünlüğünü bozuma uğratmak demektir. Çünkü Hakk’ın söylemi, tarihsel olduğu kadar evrenseldir. İlâhi metinler, hiç bir dünyevi iktidarın tekelinde bozuma uğratılamayacak kadar kapsayıcı ve kuşatıcı bir güce sahiptir. İslam, ne sol’un ne de sağ’ın tekelinde değildir ve olmamalıdır. İlâhi metin; insanların, değişim içindeki tarihsel olgular ile kuracağı ilişkilerde, toplumsal değişimin; ortak iyiliği amaçlayan adalet ve hakikat ekseninde dönmesi gerektiğini içeren ana ilkeleri sunmakta, bu esas ve hedef üzerinde insanlığa yol açmamızı öğütlemektedir.

Örneğin İslam’da, kendine yeterli düzeyde ve haddi aşmayan özel mülkiyet ve bireysel girişimcilik, iktidar ve istikrar ilişkisi öğütlendiği gibi; özgürlükçü, dayanışmacı, ortaklaşmacı değerlerin, toplumsal hayatın hakim unsurları olması da öğütlenmektedir. Bu anlamda İslam, beşeriyetin ürettiği sağ/tutucu ve sol/değişimci değerlerin bir kısmını ayıklayarak işlemiş ve kamusal ortak iyiliği, her zaman esas almıştır. Beşeri zihinde sol’un doğrudan ateizm ve sekülerizm olarak, sağ’ın da doğrudan devletçilik ve milliyetçilikle özdeş olarak algılanması ve İslam’ın da, bu önyargılı sapmalarla birlikte yorumlanarak algılanması, insanlığın en vahim hatası olmaktadır.

Sol ve sağ gibi kavramların göreliliği ve geçişkenliği, tarihsel örneklerle kanıtlanabilir. Örneğin mazlumlardan yana gözüktüğü halde, insan hakları ihlallerinin yoğun yaşandığı ve bu gibi eksiklik ve zaaflarla ancak 80 yıl sürdürülebilen reel sosyalizmin yıkılışını sağlayan, sadece dış faktörler yani emperyalist zalimlerin kuşatması değildi. Ağaç, içten ve köklerinden çürümekteydi. Bu yıkılışın ardından daha da güç kazandırılan dar-kimlik politikaları ve görece farklılıklar üzerine kurulu farkındalık ideolojileri, sözde liberal demokrasiyi meşrulaştıran motifler ve araçlar haline getirilebildi. 
“Sol” perdenin kapanışının hemen ardından, kısmen boşalan sistem karşıtı seküler mücadele alanları; İsevi Musevi ve İslami radikal teolojilerin at koşturduğu bir savaş alanı haline getirilerek dolduruldu. Sonuçta küresel kapitalist oligarşiler; seküler-çok kültürcü liberal hoşgörü ile, çarpıtılmış dinsel metinler ekseninde ortaklaşır gözüken isyanları evrensel kılarak, birbiri ile çatıştırma ve kitleleri, korku ve endişe içinde uyuşturma noktasında yeni olanaklar kazanmış oldu.
Zalimliğin mimarı olan kapitalist oligarşiler, böylece kitleleri kendi şeytani yönetimlerine muhtaç tutabilmektedir. Bu kuşatma ve kıskaç harekâtları, dünyada ortaklaşabilen toplumsal dayanışma dinamiklerinin, farklı yorumlanmış ve ayrışmış dinsel metinler eksenindeki isyanlara bağlanmasını ve muhalefet eksenlerinin de, bu merkezlere kaydırılarak boğulmasını sağlamıştır. Yüzeyselliği aşarak, resmin tarihsel derinliğine ve bütününe baktığımızda, zalimler kendilerini, mazlumların birleşik haklı isyanından, bu yarma ve kuşatmalarla koruyabilmektedir.

Öyleyse insanlığın, "ortak iyilik" yani kamusal adalet ekseninde dönen değerler dünyası; ahlâki ve vicdani olmayan tek bir yasa barındırmamalı ve bu temelde birleşilmelidir. Geleceğin yepyeni devlet mekanizmaları oluşturulurken, ortodoks sol ve muhafazakar sağdan uzak durulmalı ve en kapsayıcı ve barışçıl yol seçilmelidir. Dünya barışının teminatı, bu zihinsel değişimle mümkün olacaktır. İnsanlık, denilen kavramsallaştırma, tek bir inancı, tek bir etnisiteyi ve tek bir değerler sistemini zorla putlaştırmamalıdır. Burada geleneksel sol ve sağ ayrımı yoktur. İnsanlık dendiğinde, “herkes için ortak iyilik ve adalet” eksenindeki ortak değerlerin bir bütünlük içinde buluşturulması anlaşılmalıdır. Böylesi bir insanlık kavramsallaştırması, zihinsel ve maddi bir güce dönüştüğü zamandır ki, yeni devletlerin adalet ve barış içinde, dünya barışını korumayı temel alan bir forma dönüşmeleri mümkündür. Bunu başaracak olanlar ise her dinden, her etnisiten ve her sınıftan, ahlâk ve vicdan sahibi, iyi ve dürüst insanlardır. 
Bugünkü dünya devletlerinin çoğu, bu ortaklaşmadan müthiş korkarlar ve çelik çekirdeklerinde korudukları iktidar merkezlerinde, sonradan rıza ve onay mekanizmalarıyla insanlara sundukları "sınıfsal ve ulusal çıkarları" kurgularlar. Öyleki bu kurgusal yanılgılar, insanlığın evrensel değerleri gibi sunulur. Aksine bunlar, bir avuç zalimin çıkarları için, dünyayı cehenneme çeviren ve insanlığı parçalayan şeytani tuzaklardır.

Dün de bugün de insanlık, yüzeyde sol ve sağ diye değil, daha derinde zalimler ve mazlumlar olarak saflaşmıştır. En zalim olandan en mazlum olana doğru bir katmanlaşma düşünün, bugün en zalimlerin başında siyonistler ve en mazlumların başında mülteciler gelmektedir. En fazla mülteci doğuran savaşları, her ülkenin başına çöreklenmiş siyonist çekirdekler tezgâhlamaktadır. 
İnsanlık tarihi boyunca bilimde, sanatta, kültürde öncü olan insanların çoğunluğu İbrani olsa da, bu başarılar, İsrail’in insanlığa kurduğu kanlı tuzakları perdelememelidir.  İnsanlığı ileri götüren birçok buluş ve değer, doğal olarak insanlığın ortak malı olarak görülse de, insanlık içinde bir kavmin öne çıkması ve kıskançlıkla, bir daha bu önderliği kimseye kaptırmaması, insani ortaklaşmanın adaletini ve tutarlılığını engellemiştir. İbraniler, ileri gittikleri her alanda bir tekel oluşturabilecek güce ulaşmışlar ve dünya hakimiyeti için bu üstünlüklerini kullanmaktan vazgeçmemişlerdir. İbranilerin egemenleri, kutsal metinleri bile tahrif ederek bu hırslarına kılıf uydurmuşlardır.

Tarih boyunca en az İbraniler kadar birçok kavim, dönem dönem sürgün ve katliamlara maruz kalmıştır. İbranilerin tarihi de zulümler ve kırımlar tarihidir. Lâkin İbraniler, kendilerine yapılan zulmün bedelini çok ağır tahsil etmiş ve etmektedirler. İbraniler, kendilerine yapılan zulmü her zaman görünür kılarak ve ön planda tutarak, kendi karşı zulümlerini gizlemeyi ve meşrulaştırmayı amaçlamışlardır.
İbranilerin dünya zenginliğinin tepe noktalarında oldukları aşikârdır. Yoksul ve muhtaç durumda yaşayan, İbrani bir azınlıktan söz edilemez. Onların çok çalışarak zengin oldukları, çok klasik bir yanıltmacadır. Elbette İbranilerin insanlığa bıraktıkları olumlu mirası reddetmiyor, küçümsemiyor veya kıskanmıyoruz. 
Öncü olmaları gereken Müslümanların buradaki zayıf noktası, birleşme, dayanışma ve paylaşma eksikliğidir. Müslümanlar, nicelik olarak çok olsalar da bilimde, sanatta ve kültürde nitelik olarak çok zayıftırlar ve bu temel bir eleştiri noktasıdır. Müslümanların dünya barışına öncü olabilmeleri için öncelikle ekonomik adalet ve özgürlükler noktasında insanlığı buluşturmaları zorunludur. Müslümanlar, asla İbranilerin kullandığı şiddet ve hile yollarına başvurmadan ve kirlenmeden ilerlemelidirler. Müslümanlar, ne zaman ki öne geçip İbranilerin şer cephesini her alanda etkisiz kılarlarsa, ancak o zaman dünyaya barış gelecektir.
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol