'YENİ BİR HABUR...'

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, özel yetkili mahkemeleri kaldırmak isteyen iktidar için bakın hangi yorumlarda bulundu?

11 Haziran 2012 Pazartesi 15:33
'YENİ BİR HABUR...'

 Zaman gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı köşesinde TCK 250. maddenin kaldırılıması için yapılan girişimleri ve hükümetin özel yetkili mahkemeleri kaldırmak için yapmaya hazırladığını çalışmaları yorumladı.

Dumanlı  "Demokrat çevrelerin endişeleri haklı çıkarsa -maazallah- hükümeti yeni bir Habur sendromu bekliyor demektir. Silivri'den Meclis'e kadar korna sesleri eşliğinde yapılacak bir yürüyüş, darbe ve cuntalarla yapılan mücadelenin sonu olur. Endişe budur! Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da bu endişeyi paylaştığını düşünüyorum." dedi.
Dumanlı'nın köşesinde bir diğer dikkat çeken konu ise yeni düzenlemeleri medya ile ilişkilendirmesiydi. 
İşte Dumanlı'nın o yazısı:
Cuntalarla nasıl mücadele edilecek?
CMK'da yapılması düşünülen değişiklikler, demokratik kazanımlar üzerine tir tir titreyen insanlar arasında derin kaygılara yol açtı.
Çünkü darbe ve cunta davaları devam ederken o süreci yakından ilgilendiren bir yasayı değiştirmeye bir anlam verilemiyor. Daha önemlisi; onun yerine ne konulacağı bilinmiyor. Bu nedenle her kesimden insan endişe ile izliyor yaşananları.
AK Parti Milletvekili ve Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu'nun feryadını gazetelerde okumuşsunuzdur. Hoca, "Özel yetkili mahkemeleri kaldırıp ne yapacaksınız?" diye keskin bir soru yöneltiyor. Sonra da darbe ve cunta davalarını hatırlatarak "Normal mahkemelere mi dağıtacaksınız o davaları?" diyerek ortaya çıkacak kaotik durumu gözler önüne seriyor.
Burhan Kuzu, endişelerinde haksız değil; üstelik yalnız da değil. Meclis Başkanı Cemil Çiçek, "Bir şeyin varlığından şikâyet ederken, yokluğunda ortaya çıkabilecek problemleri de iyi hesap etmemiz lazım." diyerek, önemli bir tespitte bulunuyor. AK Parti milletvekili ve gazeteci Şamil Tayyar'ın Star'da kaleme aldığı yazıyı dikkatle okumak gerekiyor. Sibel Eraslan'ın ifade ettiği endişeyi, Nazlı Ilıcak'ın ortaya koyduğu kaygıyı, Gülay Göktürk'ün düştüğü şerhleri vs. elbette ciddiye almak lazım. Neden mi? Bu ülkede defalarca darbe yapıldı; darbeciler sandıkta cezalandırılsa bile cuntacılığın hesabı hukuken sorulamadı. Halkın da partilerin de yapacağı sınırlıydı. Hukuk insanlık suçu işleyen darbecilerin karşısına dikilmedikçe hesap sorulmuş olmuyor çünkü. Defalarca muhtıra verildi; muhtıracılar karakola bile çağrılamadı. Binlerce faili meçhul cinayet işlendi; hiç kimse malum failleri bile hesaba çekemedi. Darbe atmosferi oluşturabilmek için yüzlerce kez provokasyon yapıldı; hiçbir irade bunlara dur diyemedi.
Darbecilik, cuntacılık, mafyacılık vs... Hukukun içinde özel ihtisas konularıydı. Sıradan yetkiler kullanılarak bazı güç odaklarını adaletin huzuruna çıkarmak mümkün değildi. Ergenekon davası diye bilinen soruşturma hem hukuk, hem demokrasi tarihimiz için bir dönüm noktası oldu. Daha düne kadar Meclis'e bile, lütfedip hesap vermeyenler(!) adaletin huzuruna çıkarıldı ve haklarındaki suçlamalar tek tek soruldu kendilerine. Ümraniye'de ele geçirilen bombalardan Eskişehir'deki mühimmata, Poyrazköy'de gömülü bulunan LAW silahlarından Ankara Gölbaşı'nda bulunan silah depolarına kadar pek çok gerçekle yüz yüze geldi kamuoyu. Elde edilen bilgi ve belgelerle öğrendik ki, Sarıkız, Ayışığı gibi isimlerle anılan pek çok darbe planlarının gölgesinde yaşamışız yıllarca. Gölcük'te gizli bölmelerde ele geçirilen belgelerden anladık ki Baas rejimine benzer bir diktatörlük için seferber olan bir cunta, yanı başımızda çalışıyormuş. Bütün bilgi, belge ve bulgular eşliğinde süren mahkeme süreçleri bir hayli mesafe aldı. Balyoz Davası'nda sona gelindi mesela. Ancak Balyoz sanıkları (sanki tutukluluk sürelerinden şikâyetçi olan onlar değilmiş gibi) davayı uzatmak için kırk dereden su getiriyor. Ergenekon Davası'nda sona yaklaşılıyor. Malatya'da hunharca öldürülen gayrimüslim vatandaşlarımızla ilgili Zirve Davası hızla ilerliyor.
Tam bu aşamada Özel Yetkili Mahkemelerde (ÖYM) çok önemli değişiklikler yapılacağına dair bilgiler sızıyor basına. Ne hikmetse bu bilgiler önce darbe zanlılarının, "Biz iki aya kadar çıkıyoruz, çoluk çocuğuna kadar hesap soracağız..." gibi laflarıyla duyuluyor. Tam bu bazı gazetelere yansıyan '250. madde taslağı' kuşkuları daha da artırıyor; çünkü bu taslak doğruysa darbe davalarının akamete uğraması kaçınılmaz. Başbakan Erdoğan, darbelerle ve cuntalarla mücadelenin devam edeceğini her fırsatta söylüyor. Şu anki tek teselli bu. Bu teminatın içini dolduracak 'taslak' ise henüz ortada yok.
DOKUNULMAZLIK ŞEMSİYESİ GENİŞLEMEMELİ
Başbakan Erdoğan, ATV'deki programda darbelerle mücadelenin devam edeceğini ifade etti; ancak özel yetkili savcıların MİT krizinde oynadığı rolü de sert bir dille eleştirdi. Buraya kadar problem yok. Pek çok kişi MİT müsteşarının sanık sıfatıyla çağrılmasının yanlış olduğunu düşünüyor. Zaten o yüzden de yasa değişikliği yapıldığında "kişiye özel yasa yapılıyor" şeklindeki eleştiriye çok büyük bir destek gelmedi. Ancak burada da dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Devlet görevlileri için "Başbakan'dan izin" şemsiyesinin çok geniş tutulması, anayasadaki eşitlik ilkesini zedelememeli ve devlet görevlilerini "lâ yüs'el" bir hale getirmemeli. Türkiye, çok büyük acılar yaşadı maalesef. Devlet zırhına bürünmüş bazı kişiler illegal operasyonlarla korkunç olaylara imza attı ve derin yaralara yol açtı. O yaralar hâlâ kanıyor.
Bir yanlışı düzeltirken bir başka yanlışa savrulmamak lazım. ÖYM'lerin tabii ki eksiği, kusuru, yanlışı vardır; ancak onu düzeltelim derken yeni yanlışlara kapı aralanamaz. Bitme aşamasına doğru ilerleyen cunta davalarını ve örgütlü suç iddialarını hasıraltı edecek her düzenleme, demokrasiyi tehdit eden unsurlara güç verecek; onlarla mücadele düşüncesini ise akamete uğratacaktır. 12 Eylül referandumunda halkın ve iktidarın iradesi bu davaların ne kadar önemli olduğunu yeterince ispat etti. Üst düzey bürokratlar için "izin şartı" gerekebilir; ancak bunun çok geniş kapsamlı hale getirilmesi dokunulmaz zümreler oluşturur. Milletvekili dokunulmazlığının bile tartışma konusu olduğu bir düzlemde sırf devlette belli seviyede bir görev yapıyor diye bazı insanların, adalet karşısında imtiyazlı hale getirilmesi çok vahim sonuçlar doğurur.
Bazı dostlarımızın "Ne yani demokrasiyi yargı mı koruyacak?" şeklinde ifade ettiği tezler ya tecahül-ü ârif sanatına öykünmenin sonucudur; ya da Türkiye gerçeklerinden kopuk olmanın. Elbette demokrasiyi tek başına yargı koruyacak değil! En başta halkın iradesi, sonra o iradenin sandığa yansıması, o sandıktan çıkacak Meclis'in görevini ifa etmesi, bütün demokratik mekanizmaların (medya da buna dâhildir) çalışması gibi pek çok faktörün bir araya gelmesini gerekiyor ki demokrasi gelişerek devam etsin. Bütün demokratik ülkelerde de bu böyledir. Defalarca darbe yapılmış ve halen de cuntaların cirit attığı bir ülkede adalet mekanizması görevini tam yerine getirmeli ki, diğer demokratik unsurların yaptığı çalışma bir anlam ifade edebilsin. Görevi gereği elinde silah olan ve o emanet silahı halkına doğrulturken içi titremeyen zümreleri adalet sigaya çekmeyecek de, kim bunlardan hesap soracak? "Yeni Türkiye" güzellemesi yaparak bazı acı gerçeklerden kaçmanın hiçbir anlamı yok. Önemli olan, şartlar değişse bile antidemokratik müdahalelerin bir daha yapılamaz hale getirilmesi, geriye dönüşü olmayan bir demokratik hukuk devletinin inşa edilmesidir. Vesayetin askerîsine de, siyasisine de, hukukîsine de karşı çıkmak gerekir. Gerisi laf u güzaf...
SUSURLUK MU HABUR MU?
Susurluk kazası olduğunda pek çok insan umuda kapılmıştı. Öyle ya; "ülkücü lider" Abdullah Çatlı, "Alevi emniyet amiri" Hüseyin Kocadağ ve DYP milletvekili Sedat Bucak aynı Mercedes'in içinden çıkmıştı. Derin devletin sağlı sollu ilişkileri ortaya çıkacak, kılıktan kılığa girilerek yürütülen psikolojik harp taktikleri belki ilk kez gün yüzü görecekti.
Öyle olmadı maalesef. Önce derin bir operasyon, Susurluk protestolarını dilediği bir mecraya sürükledi. Devlet içindeki çeteleri protesto şeklinde başlayan eylem, Refah Partisi'nin başında olduğu hükümeti devirme operasyonuna dönüştürüldü. Ardından Susurluk mahkemesi boşluğa düşürüldü. Nasıl mı?
Susurluk zanlısı Ayhan Çarkın'ı dinleyelim: "Bizi dava sürecinde 3,5 sene yargılayan bir heyet vardı. Hâkim Sedat Karagül. O adamda ben adaleti gördüm. Sonra bu heyet görevden alındı. Son 15 gün Mesut Yılmaz hükümetinin atadığı bir başka heyet geldi. 4 yıl ceza aldık. Oysa neyle yargılanıyorduk."
CMK 250. madde ile ilgili basına sızan taslak eğer doğruysa darbe davaları boşluğa düşecektir. Bunun lamı cimi yok. O yüzden çetelerle mücadele konusunda ısrarlı insanlar endişe yaşıyor. Üst düzey bürokratların nerdeyse tamamı hakkında "özel izin" yeni bir zırh haline gelebilir; bu bir! İkincisi; devam edilen darbe davaları yeni çıkacak bu yasayla akim bırakılabilir. Ergenekon'u destekleyen çevrelerin hiç görülmemiş bir şekilde iktidara ve Başbakan'a alkış tutması bu amaca yöneliktir.
Demokrat çevrelerin endişeleri haklı çıkarsa -maazallah- hükümeti yeni bir Habur sendromu bekliyor demektir. Silivri'den Meclis'e kadar korna sesleri eşliğinde yapılacak bir yürüyüş, darbe ve cuntalarla yapılan mücadelenin sonu olur. Endişe budur! Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da bu endişeyi paylaştığını düşünüyorum.
"O madde kalkmış bu madde gelmiş" hiçbir önemi yok. Aslolan, derin ve karanlık yapılara karşı verilen mücadeleden geriye dönüş var mı yok mu; 250. madde 'taslak' olmaktan çıkıp ete kemiğe bürününce bu gerçeği çok net görmüş olacağız.
PANORAMA
Yargının bazı icraatları çok sık eleştiriliyor. Eleştirilmesi de gerekiyor. Ancak bazen takınılan tavır, kişiye ve partiye göre değişiyor. Mesela BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'la birlikte 8 milletvekili hakkında KCK üyesi olmak suçundan dokunulmazlıklarının kalkması adına fezleke hazırlandı. Yargının her tasarrufuna itiraz edenlerden tık yok. Kürt sorununun çözümü için gayret sarf edilirken atılan bu adıma doğru denebilir mi? Benzer bir talep başka partiye mensup vekiller için gelseydi kıyamet kopmaz mıydı? Âkil olmak için âdil olmak gerekiyor...
***
Yeni yargı paketinde gazetecilere verilecek ceza ağırlaştırılıyor. Neden? Aleniyet kazanmış, kamunun bilmesinde fayda olan "ses kayıtları"nı yayınladılar ve yorumladılar diye. Halbuki bazı ses kayıtları olmasaydı ülke bambaşka bir yere savrulmuştu. Kaydedeni cezalandır. Ama haber yapana ceza vermenin ne mantığı olabilir? ATV'deki programda Sayın Başbakan'ımıza sordum. "Konuya dair bilgim yok." dedi. Öyleyse aylardır süren onca itiraza rağmen bu cezalandırıcı taslağın arkasında kim duruyor? Oluşacak mağduriyetleri kim, niçin hesaba katmıyor?
***
Geçenlerde eski MİT daire başkanlarından Mehmet Eymür, "MİT'e çalışan çok sayıda gazeteci var." demişti. Türk medyası, bu lafın peşine düşmedi. Belki de hiç düşmeyecek. Ancak pek çok gazeteci MİT'i de içine alacak şekilde ÖYM ve PKK konusunu yazdıkça yazıyor. Hal böyle olunca insan, kimin içeriden kimin dışarıdan yazdığını bilemiyor. Gerçekten de ajan maaşı alan gazeteciler bilinmeden kimin kendi iradesiyle kimin teşkilattan aldığı emirle yazı yazdığını ya da haber yaptığını bilmek mümkün değil.

yuzdeyuzhaber





Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol