"AÇIKÇA TÜRKİYE'Yİ İSTEMİYORUZ DEYİN"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliğine yönelik, ''Çıksın desinler ki 'Biz Türkiye'yi istemiyoruz'. Başım gözüm üstüne, eyvallah. Ama bizi oyalamayın'' dedi.

28 Şubat 2011 Pazartesi 18:19

Erdoğan, CeBIT Kongre Merkezi'nde, Türk Alman Ticaret ve Sanayi Odasınca düzenlenen ''Türk Alman Ekonomi Kongresi''nde yaptığı konuşmada, karşılıklı yatırım ve ticari ilişkilerin gelişmesinin en güzel yollarından birinin de turizm olduğunu vurguladı. Türkiye'yi ziyaret eden her altı turistten birinin Almanya vatandaşı olduğunu belirten Erdoğan, Türkiye'de ikamet eden on binlerce Alman vatandaşı bulunduğuna işaret etti.
Küresel krize rağmen turist sayısını ve turizm gelirini artıran Türkiye'nin, daha fazla Alman turisti, Türkiye'de ikamet edecek daha fazla Almanya vatandaşını ağırlamaktan büyük memnuniyet duyacağını ifade eden Erdoğan, şunları kaydetti:
''Fakat buraya bir parantez açmak istiyorum. Şu anda ekranları başında bizi izleyen Alman dostlarımıza bir şey duyurmak istiyorum, Türkiye'de inanç hürriyetinin kısıtlı olduğuna, Türkiye'de inanç hürriyetine saygı duyulmadığına yönelik bazı propagandalar yapılıyor. Bunlar bizim kulağımıza geliyor. Bunlar bizi ciddi manada üzüyor. Ben burada somut örnekler vereceğim, soyut değil, somut... Yapılmış olanı konuşacağım.
Türkiye'de patrikhane vardır. Patrik, Saint Sinod Meclisinin üyeleri tarafından seçilir. Saint Sinod Meclisinin üyelerinin Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olması gerekir. Son seçimde Saint Sinod Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından oluşmuyordu. Bu halde patrik seçimi yaptılar. Tabii bu patrik seçimi meşru değildi. Ben bunu, o dönemin Başbakanı Karamanlis'e söyledim. 'Bu yanlış fakat biz şu anda sesimizi çıkarmıyoruz. Gelin bunu düzeltelim, müracaat etsinler vatandaş olsunlar ondan sonra bu seçimi yapsınlar'. O dönem olmadı. Sonra Papandreu döneminde de yine ben kendilerine bunu anlattım. Bu arada Sayın Bartholomeos'a da durumu anlattım. Dedim ki müracaat etsinler, bunları vatandaş yapalım, hiç olmazsa Lozan'a uysun. Bunun üzerine müracaatlarını yaptılar, bunları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaptık. Böylece meşruiyet kazandırdık. 
Bunu niye söylüyorum? Aynı şeyin karşılığını biz Batı Trakya'da alamadık. Yunanistan'da, Batı Trakya'da seçilmiş olan müftüleri hala Yunanistan yönetimi kabullenmiyor, kendisi atamaya kalkıyor. Böyle şey olur mu? Müslümanların dini liderini o ülkenin yönetimi, memuru gibi atayabilir mi? Onu, Müslümanların kendi aralarından seçmesi lazım. Hala, bana söz verdikleri halde bunu yapamadılar. Takip ediyoruz.''
Rum yetimhanesine ilişkin sorunun da çözüldüğünü, yetimhanenin tapusunun kendilerine verildiğini anlatan Erdoğan, Almanlar'ın Tarsus'taki kilisede ayin yapma isteklerinin de kabul edildiğini, orada ayinlerin yapılmaya başlandığını kaydetti.
Trabzon'daki Sümela Manastırı'nda da ayin yapılmaya başlandığını anımsatan Erdoğan, Van Gölü'ndeki Akdamar Ermeni Ortodoks Kilisesinin devletin bütçesinden restorasyonunun gerçekleştirildiğini ve ibadete açıldığını ifade etti. 
Erdoğan, ''Nerede bir sıkıntı var. Zaten normal olarak Türkiye'deki azınlıkların bulunduğu yerlerdeki kiliselerde de ibadetlerini zaten yapıyorlar. Bize gelen talepler üzerine yaptıklarımızı size anlatıyorum. Çıksınlar bize gelsinler desinler ki 'şurada inanç hürriyeti noktasında bir sıkıntı var'. AK Parti iktidarında kimse bunun örneğini veremez. En büyük garantisi bunun, biziz.
Bizim laiklik anlayışımızın içinde her inanç grubu devletin güvencesi altındadır. Hangi inanç grubundan olursa olsun. İster Hristiyan, ister Musevi. Bizim ülkemizin yüzde 99'u, 98'i Müslüman. Biz kalktık, eskiden bütün imar planlarında cami yazardı, camiyi imar planlarından çıkardık, onun yerine 'mabet' yazdık. Olur ya, Hristiyanların, Musevilerin, Süryanilerin böyle bir talebi olur. Bunları biz yaptık. Bunlar bu dönemde oldu. Nasıl oluyor da hala kalkıp Türkiye'de inanç hürriyeti noktasında sıkıntı var deniliyor, bunları anlamak mümkün değil.''
 
''NEREDE AHDE VEFA''
Almanya'nın Türk vatandaşlarına uyguladığı vize konusuna da değinen Erdoğan, ''bunun ciddi sorunlara yol açtığını, birçok sosyal sorunun yanında ticareti ve ekonomik işbirliğini ciddi ölçüde etkilediğini'' vurguladı.
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Tabii bunu sadece Almanya için söylemiyorum, aslında AB geneli için söylüyorum. Avrupa Birliğinin bize karşı ciddi bir yanlışı var, bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Az önce burada herhalde unutulmuş veya farkında olunmamış olsa gerek, Geri Kabul Anlaşması aslında imzalanmış değil. Bunun müzakereleri sonuçlandı. Sonuçlandı da bu müzakerelerde ne oldu? Burada 'diyalog süreci kabul edilmesi' diye bir karar çıktı. Biz zaten diyalog halindeyiz. Bizim derdimiz diyalog değil ki bizim derdimiz buradan vize muafiyetinin sağlanması.
Siz, AB'nin genelini kastediyorum, Brezilya'ya vize muafiyeti vereceksiniz, Paraguay'a vize muafiyeti vereceksiniz, Uruguay'a vize muafiyeti vereceksiniz, Bolivya'ya vize muafiyeti vereceksiniz... Bu ülkelerin Avrupa Birliği ile neyi ortak? Müzakere süreci içerisinde mi, aynı coğrafyada mı, hangi ortak yanı var? Onlara kalkıyorsunuz vize muafiyeti diyorsunuz, 50 yıldır Avrupa Birliğinin içinde olan, Gümrük Birliği olan, bunun yanında şu anda müzakere süreci içinde olan bir Türkiye'ye hala Schengen'i müsaade etmiyorsunuz. Bunu neyle izah edeceğiz? O zaman benim aklıma başka şeyler geliyor. Demek ki Avrupa Birliği Medeniyetler İttifakı'nın merkezi olmayı düşünmüyor, Hristiyan birliğinin merkezi olmayı düşünüyor. 
Ben açık sözlü olmayı severim. Benim gizli ajandam yok. Her şeyi açık konuşurum. Öyle değilse çıksın desinler ki 'Biz Türkiye'yi istemiyoruz'. Başım gözüm üstüne. Eyvallah. Ama bizi oyalamayın. Ne siz yorulun ne biz yorulalım. Birbirimizi oyalamayalım. Birbirimize çalım atmayalım. Yani Avrupa Birliği müktesebatının bütün kuralları belli, maç başlamış, maçın içerisinde bunlar kural koyuyorlar. 'Penaltının kuralları değişti'. Maç başlamış, gidiyor. Öyle kural değişir mi? Öyle şey olur mu? 
Ahde vefa denilen bir şey var ki Avrupa Birliğinin en önemli şartı bu, ahde vefa... Nerede ahde vefa. İkili olarak bir araya geldiğimizde ahde vefa, hani nerede ahde vefa? Biz burada Almanya'dan çok şey bekliyoruz. Geçen hafta Sayın Sarkozy'e de bunları söyledim, 'Biz bekliyoruz' dedim. Burada ne yapacaksanız yapın.''
Güney Kıbrıs'a Avrupa Birliği üyeliğinin yolunun açıldığını anımsatan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
''Bu Avrupa Birliği müktesebatını tamamen çiğnemektir. Ne diye alıyorsunuz, 'Kıbrıs' diye alıyorsunuz. Kıbrıs diye bir ülke var mı? Kıbrıs diye bir ülke yok ki, Kıbrıs'ın kuzeyi var, güneyi var. Güney Kıbrıs var, Kuzey Kıbrıs var. Ama sen orada sıkılmadan bayrağa Kıbrıs adasının resmini koyuyorsun. Kıbrıs adası senin değil ki. Kuzey'de Kıbrıslı Türkler var. Annan Planı içerisinde Kıbrıs Türk devleti diye geçer kuzey. Aşağısı da Güney Rum Devleti diye geçer. İkisinden oluşan bir devleti bu ikisi kuracaktı. Annan Planı'nın hedefi buydu. Annan Planı referanduma götürüldü. Referanduma götürüldüğünde bize Avrupa Birliği şunu söyledi, 'Kuzey'i eğer sizler garantör ülke olarak ikna edebilirseniz...', 'Güneyi siz halledebilecek misiniz?' dediğimde onların bize verdiği cevap, 'Biz de ona çalışacağız' dediler. 'Eğer olmazsa ne olacak?' 'Siz merak etmeyin' dediler. Kuzey'den yüzde 65 'evet' çıktı, Güney'den yüzde 75 'hayır' çıktı. Güney, Avrupa Birliğine alındı hala Kuzey'e maalesef zulmediyorlar. Böyle adalet olur mu?''


''BEDELİNİ ER VEYA GEÇ ÖDERLER''
Bu konuda Türkiye'ye ve Türkler'e yapılanları eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in hatıralarında anlattığını belirten Erdoğan, şunları kaydetti:
''Ben siyaseti biraz da gerçekten dürüstlük olarak algılıyorum ve eğer siyaset dürüst temellere dayanmıyorsa o ülkeler onun bedelini er veya geç öderler. Ben, Almanya'nın bu sorunların çözümüne yönelik adımlar atması ilişkilerimizin mükemmel seyrine yaraşan bir yaklaşım olacaktır diye düşünüyorum. Bu noktada da Alman i adamı dostlarımızın desteklerini esirgemeyeceklerine inanıyorum. Aradaki sorunlar aşıldıkça, yapay engeller kalktıkça, özellikle de ilişkilerimize popülizm hakim olmadıkça, Türkiye ile Almanya'nın bugünkünden çok daha fazla işbirliği geliştireceğine ben yürekten inanıyorum. Tarih, bize bunun mümkün olduğunu söylüyor. Esasen, gelecek de, bunun zaruri olduğunu bize gösteriyor. İnanıyorum ki iki tarafın da iş adamları, bu gerçeklerden hareket ederek, mevcut hacmi çok daha yukarılara çekecek, sosyal ve siyasal işbirliği de onun arkasından güçlenerek gelecektir.''

BÖYLE SAÇMALIK OLMAZ
Başbakan Erdoğan, ''Libya'daki olaylar karşısında müdahale ya da yaptırımların gündeme alınmasını Libya halkı adına, Libya'daki yabancılar adına kaygı verici buluyoruz. Yönetimlerin yanlışlarının faturası, halklara ödetilmemelidir. Libya halkının cezalandırılması anlamına gelecek her türlü yaptırım ve müdahale büyük ve kabul edilemez sıkıntılara sebep olabilir. Şimdi bize basın mensupları soruyor. NATO Libya'ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO'nun ne işi var Libya'da? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, tartışılamaz'' dedi.

Erdoğan, CeBIT Kongre Merkezi'nde, Türk Alman Ticaret ve Sanayi Odasınca düzenlen ''Türk Alman Ekonomi Kongresi''ne katıldı. 
Başbakan Erdoğan burada yaptığı konuşmada, Almanya ve Türkiye'nin birbirine uzak ülkeler olmadığı gibi, Alman ve Türk halklarının da birbirine uzak halklar olmadığını ifade etti.
İki ülkeyi birbirine bağlayan faktörün, sadece 1960 sonrasında Almanya'ya yerleşen işçilerin, burada doğan çocukların, buradaki işadamlarının ve ticari ilişkilerin olmadığını belirten Erdoğan, bunların elbette iki ülkenin ilişkilerinde kilit rol oynadığını, ancak iki ülke arasındaki ilişkilerin daha derin köklere sahip olduğunu söyledi.

LİDERLER ARASINDA ÖFKE, KİN OLMAMALI
Türkiye-Almanya dayanışmasının yeni başlamadığını söyleyen Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
''Liderler arasında öfke, kin olmamalıdır, olamaz. Çünkü bu halkların birbirleriyle olan ilişkilerini etkiler. Liderler hiçbir zaman kalıcı değildir. Hepsi gelip geçicidir. Ben de kalıcı değilim, Almanya'daki liderler de kalıcı değil. Hepsi geçici. Ama halklar arasındaki dayanışma ve bütünleşme asırlar boyu devam edecek kalıcılığa sahiptir.
Bakınız; bazı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde son aylarda yoğun halk hareketlerine şahit oluyoruz. Meydanları dolduran yüzbinler, demokrasi ve insan hakları diye haykırıyor, bazı ülkelerde ölümü dahi göze alarak değişim arzularını dile getiriyorlar. Kendini yakan gençleri görüyorsunuz. Adeta intihar komandoları gibi..''

SIKINTI BURADA
Türkiye'nin bu bölgelerle tarihi ve kültürel bağları bulunduğunu hatırlatan Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
''Türkiye, son derece ilkeli, tutarlı ve cesur şekilde, demokrasi ve insan haklarından yana tavır alırken, üzülerek ifade etmeliyim ki, Avrupa'dan bu noktada güçlü ve tek ses duyulmadı. Gelinen noktada farklı gerekçelerle farklı hassasiyetlerin vurgulanmaya başladığını görüyoruz.
Libya'daki olaylar karşısında müdahale ya da yaptırımların gündeme alınmasını Libya halkı adına, Libya'daki yabancılar adına kaygı verici buluyoruz. Yönetimlerin yanlışlarının faturası, halklara ödetilmemelidir. Libya halkının cezalandırılması anlamına gelecek her türlü yaptırım ve müdahale büyük ve kabul edilemez sıkıntılara sebep olabilir. Şimdi bize basın mensupları soruyor, çok enteresan! NATO Libya'ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO'nun ne işi var Libya'da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya'ya nasıl müdahale edilebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez. 
Şunu bilmeliyiz; biz Tunus'u Tunus halkının görüyoruz. Mısır Mısırlılarındır, Bahreyn Bahreynlilerindir, Yemen Yemenlilerindir, Libya Libyalılarındır, Fas Faslılarındır, Cezayir Cezayirlilerindir. Kendi mukadderatlarını o ülkelerin halkları belirlemelidir. Kimse değil. Kimse kalkıp da o ülkelerdeki petrol kuyularının hesabını yapmasın. Sıkıntı burada.
Bu noktada çok dikkatli hareket edilmesi, Libya halkını ve yabancı ülke vatandaşlarını sıkıntıya sokacak her türlü girişimden sakınılması gerekiyor. Bizim 30 bin vatandaşımız oradaydı. Fazlası var, azı yok. Bize bazıları akıl veriyor; niçin siz Kaddafi'ye yönelik bir şeyler söylemiyorsunuz? Biz kabile idare etmiyoruz. Biz 74 milyonluk Türkiye'yi idare ediyoruz. Benim oradaki 30 bin vatandaşımdan bir tanesinin ölümünün bedelini, faturasını ben nasıl ödeyeceğim? Nitekim Trabzon'lu Yunus Emremiz orada öldürüldü. Yunus Emre geri gelebilecek mi? Ağlayan annesinin, babasının gözyaşlarını kim dindirecek? Bu Yunus Emrelerin sayısı artabilirdi. Ama biz Kaddafi ile de görüştük, muhaliflerle de görüştük ve şu anda 17 bini aşkın vatandaşımızı tahliye ettik. 600 civarında yabancıyı da biz kendi imkanlarımızla aynı şekilde tahliye ettik. Niye? Çünkü bizim görevimiz burada halkımızın ve halkların huzurunu, onların sağ, selamet içerisinde kurtuluşunu sağlamaktır. Ve tekrar Libya'ya geri dönmeyi düşünüyor musunuz? Evet düşünüyoruz. Şöyle veya böyle... Şu anda Libya fiilen bölünmüş durumda, doğu-batı... Ama bizim gönlümüz şunu arzu ediyor; Libya tekrar bir olsun, beraber olsun, iri olsun, diri olsun. Fakat kardeşlik içinde olsun.''

BİZ MESELELERE ÇIKAR ODAKLI BAKAMAYIZ
Bu konudaki açıklamalarını sürdüren Başbakan Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
''Bu noktada çok dikkatli hareket edilmesi, Libya halkını ve yabancı ülke vatandaşlarını sıkıntıya sokacak her türlü girişimden sakınılması gerekiyor.
Biz meselelere çıkar odaklı bakamayız. Bizim bakış açımız insan odaklı olmalıdır, adalet, hak, hukuk odaklı olmalıdır. Yaşanan son olaylar elbette uzun süre tartışılacak, bu konuda değerlendirmeler, analizler yapılacaktır. Ama, en önemlisi, Avrupa Birliği, yaşanan olaylar karşısındaki tavrını sorgulamak, bir özeleştiri yapmak durumunda kalacaktır; kalmalıdır da.''





Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol