İyiymiş gibi yaparız
Mutluymuş gibi
Dört başımız mamurmuş
Hiçbir şeyden korkumuz yokmuş
Anlıyormuşuz ,biliyormuşuz, haberimiz varmış
Yalnız değilmişiz
Sevmiyormuş, istemiyor, özlemiyormuşuz,
Kıskanmıyor, umursamıyormuşuz,
Bazen aptalmışız
Bazen de canımız acımamış gibi…
Hayatın çoğunda oynuyoruz. Kim olup ne hissettiğimizi unutacak ve rolümüzü gerçek sanacak kadar. Kendimize dürüst olmamaya başladığımız ilk andan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelir. Beğenmediğimiz her özelliğimizi başka bir yere saklar, üstüne yamalar yapar, içimizden çıkamasın diye derinlere gömer ve kimse bilmesin diye de bambaşka özellikler yaratırız.Tüm amaç kendimizi saklamak. Nasıl ve ne zaman, ortaya çıkmaktan bu kadar korktuysak, bizden tek bir tane varken başkası olabilmek için büyük enerji harcıyoruz. O başkası makbul mu sanki? Aslında değil. Ama eleştiriler bize geleceğine kılıfımıza gelsin, sanki onu daha rahat tolere edebiliyoruz.
İnsan kendini kendi yalanlarına inandırabilir. Var böyle bir becerisi. Bunu marifet saymalı mı emin değilim? Neden kamuflaj ustası olmak zorunda kalmışız? Bizi, kendimizken nasıl o kadar sevgisiz bırakmışlar ki esasımızdan feragat etmişiz, düşünmek gerek? Bulmayı da göze alarak elbette.Hepiniz, birbirimizle ne kadar uğraşan ve elalemin işine karışan bir millet olduğumuzu bilirsiniz. Bayılırız. İzleyelim, bakalım, herkesin özel hayatını öğrenelim hatta müdahale edelim. Öyle doğal bir haktır ki bu bizim için, çoğu zaman olumsuz tepki aldığımızda şaşırırız. Amacımız iyiliktir, ne kadar mahreme daldığımıza pek kafa yormayız.
Yalnızlık çok korkutur mesela hepimizi, kimsesizlik, tek başınalık. Bireyselleşmeden, ayrışmadan o kadar uzak kalmışızdır ki kendimizi başkalarına muhtaç sanırız. İnsan sosyal hayvandır. Buna bir diyeceğim yok. Ama bizim toprakların insanları sosyalden ötedir, birbirine adeta mecburdur. Nasıl demişler atalarımız,  buralarda komşu komşunun külüne muhtaçtır. Komşuluk, dostluk, yardımseverlik güzeldir. Dayanışma, ruhumuzu besler. Dengesi hassastır sadece. Beraber daha iyi olmakla, onlarsız olamamak  noktalarının arası, akıl ve ruh sağlığımızı belirler. Tek başımıza kalamayacağımıza inandıkça kendimiz olmak daha riskli bir hal alır. Etrafımızda kimse olmayıp mevcudiyetimizle tüm çıplaklığıyla baş başa kalacağımıza, kendimizi paketleyip saklayalım ve bizi nasıl seveceklerse o olalım isteriz. Ruhumuza, kalbimize, aklımıza uysun uymasın, fark etmez. Biz kendimiz olamadıkça bireyselleşemeyiz, bireyselleşemedikçe korkarız, korktukça yalnızlığa tahammül edemeyiz… Biri bize sürü mü dedi??
Hayat bedel ödemek üzerine kurulu gibi gelir bana zaman zaman. Sanki doğmakla edindiğimiz hakkın karşılığını ömrümüz boyunca çeşitli şekillerde vermemiz  gerekiyor. Bize sunulan bir şanstan ziyade, ölene kadar  ödediğimiz bir borç gibi bazen hayatımız.
Yaşamamızın karşılığında çok şeyden feragat etmemiz lazım. Hiçbir şeyden feragat etmeden yaşamayı seçecek olursak, özellikle kendiliğimizden, kimliğimizden, inançlarımız, hayallerimiz ve doğrularımızdan, o zaman da aklımızı kaçırmış zannedilme ihtimalimiz yüksek. En çok korkularımıza izin var. Onlarla dilediğimiz kadar yaşayabilir, onları çoğaltabilir, çeşitlendirebilir, dört bir tarafımızı onlarla kuşatabiliriz. Bu bedava mı peki? Elbette değil. Korkularımız destekleniyor ama bedeli her şeyden ağır. Her bir korku, bizi bizden götürüyor, özgürlüğümüzü gitgide yok ediyor. Korkuyu büyütmenin bedeli kendimizi küçültmek ve en çok da bu tuzağa düşüyoruz. Kendimizi, bizden ve bizim gibilerden korumak zorunda olduğumuza inandırıldığımız günden beri, azalıyoruz.
Bu kadar giyinmişken, açıkta kalan her yerimizi sımsıkı örtmüşken, giysilerin, odaların, evlerin içine saklanmış, artık sohbet etmek için bile makineleri tercih eder hale gelmişken, an geliyor, içimizde çok cılızlaşmış bir ses, mutsuzsun diyor. Sözde güvende, sözde emniyette, sözde güçlü, donanımlısın ama esasta yalnızsın ve mutsuz. Duymak istemediğimiz için, daha fazla giyinip kuşanıyoruz, rollerimizi, işlerimizi, meşguliyetlerimizi arttırıyoruz. Bedel olarak daha çok hayal, daha çok umut, daha çok iyi niyetten feragat edip kendimize yeni imkansızlıklar, korku ve evhamlar, kara bulutlar ve kalın zırhlar ediniyoruz. Ama ne yapsak olmuyor, belki zayıf olduğundan, belki güçsüz sandığımızdan, ses inadına devam ediyor. O, mutsuz olduğumuzu her söylediğinde biz daha da hırsla ondan ve kendimizden uzaklaşmaya çalışıyoruz.
Şu başını kuma gömen deve kuşlarından zerre farkımız yok hala. Gözümüzü kapadığımızda herkes ve her şey kayboluyor. Biz istemediğimiz hiçbir şeyi görmüyoruz, onlar ise varlığımızı bile bilmiyor. Zaman zaman söylüyorum, insan henüz yetişkinlik çağına giremedi bu dünyada. Ergenliğini kavga dövüş de olsa tamamlayan, kişiliğini oturtan ve yetişkinliğe adım atan uluslar var elbette ancak dünya çapında ortalamaya bakarsak, benim kanaatime göre insanlık anca ergenliğin girişinde. Bizim buralarda ise çocukluktan dahi çıkabilmiş değiliz. Ümit var ama. Yaşam oldukça gelişim olacaktır. Bir ileri iki geri temposunda bile olsak, er veya geç öğrenmekten başka çaremiz olmadığını anlayacağız.
Sonuçta tüm gayemiz var olmak. Görülmeye, kabul edilmeye, önemsenmeye onaylanmaya açız. Yaşam için hava-su neyse, varoluş için de bunlar o. Kimsek o olabilmemiz için sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Kendimizi sevebilmemiz için ise sevilebilir olduğumuza kanaat getirmemiz. Bunu tek başımıza yapamıyoruz. Sevgi, o sebepten insanı ve dünyayı iyileştirebilecek tek güç. Diğerleri olmazsa kendimizi sevemiyoruz. Burada yanlış bildiğimiz şey, herkesin bizi sevmesi gerektiğini zannetmemiz. Ne olursa olsun sevilmeye değil, her koşulda sevebilmeye çalışmak tek kurtuluşumuz. Beğenilmek için uğraşmak yerine, her bütünlüğü kendi içerisinde beğenebilmeye çalışmamız daha etkili. Elbette sonuçta bizde başlayıp bizde bitiyor her şey ancak başlangıç ve bitiş kadar yolculuk da önemli. Her geçtiğimiz yerden bir şeyler toplayarak dönersek tamamlanıyoruz. Dolaştığımız yollardan aldığımız her parça ile kendimizi şekillendiriyoruz. Sevmeden de olmuyor bu tamamlanma. Kabullenemeyip dışladığımız her şeyle kendimizden uzaklaşıyor, gördüğümüzü beğenmiyoruz.
Madem ki var olmak istiyoruz, ilk kurtulmamız gereken şey kınama ve yargılama dürtümüz. Kabullendiğimiz her insan, her özellikle birlikte kendimize biraz daha yaklaşıyor, barıştığımız her yönümüzle insanla ve doğayla daha çok uyumlanıyoruz. Öğrenmeden gidemeyeceğiz buradan. Ya acılar, öfke ve korkular olacak öğretmenimiz, ya mutluluklar, sevgi ve hoşgörü. Öğrencilerini mutlaka mezun eden bir okul burası, er veya geç…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol