YOLDAŞ KARMATİLER KİM?

İhsan Eliaçık hoca, ortaçağ İslam dünyasında “hayalet gibi dolanan” ve fakat aslında “kimsesiz köyler, çökük damlar”ın hikayesi olan hareketi kaleme aldı. Bakın Karmatiler kimlermiş?

29 Ağustos 2014 Cuma 11:53
YOLDAŞ KARMATİLER KİM?

İşte o yazı:



 “Karmatî” ile “Kiremit” sözcüğü aynı kökten… 


“Kiremit”, TDK sözlükte şöyle tanımlanmış: “Çatıları örtmekte kullanılan, kızıl toprağın renginde, pişmiş balçık levha…” (En fakir köyler taştandır ve üstü kiremittir.-F. R. Atay).

“Kermite” Nebati dilinde kırmızı göz anlamına geliyor. “Karmat”, aynı zamanda sıradan “köylü” demek. “Karmatîler”in lideri Hamdan b. Eş’as hem sıradan bir köylü (hamal) , hem de kırmızı gözlü, kısa bacaklı birisi… İsmailîlerden koparak başlattığı harekete de bu nedenle “Karmatîler” denmiş…

Bu durumda Karmatîler, “işçiler”, “köylüler” , “kızıllar” demek oluyor. Hareket mensuplarının birbirilerine “refîk” (yoldaş) diye hitap etmelerini de eklersek, İslam tarihinin tam ortasında (h.279/ m.892) Mezopotamya bataklıklarında ortaya çıkan Zenc Hareketi’nin  (bkz. İslam’ın kayıp şehri: el-Muhtare başlıklı makale) mirasçısı olarak ortaya çıkan Karmatîler’in nasıl bir topluluk oldukları tahmin edilebilir…

***

Evet, konumuz ortaçağ İslam dünyasında “hayalet gibi dolanan” ve fakat aslında “ıpıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, çökük damlar”ın hikayesinden başka bir şey olmayan bir hareketin hikayesi…

Sarayların asude bahçelerinden bakarsanız ıpıssız aşiyanları, kimsesiz köyleri, çökük damları, Mezopotamya’nın bataklıklarını, bu bataklıklarda Afrika’dan getirilerek çalıştırılan köleleri, onların itirazlarını, isyanlarını, acılarını, umutlarını göremezsiniz…

Bunun için sarayın dışına çıkmayı, İslam tarihine başka bir pencereden bakmayı denemeniz gerekir.

Evet, İslam’ın öteki/aykırı tarihinden bahsediyoruz.

Bu yazıda konumuz, Zenc Hareketi’nin külleri üzerinde adalet, eşitlik, kardeşlik talepleri ile yükselmiş, mülkiyette ortaklaşacılığı savunmuş, İslam tarihinde doğal olarak ezilen kitlelerin ezeli önderi “Ali” yi bayraklaştırmış, İslam’ın öteki/aykırı tarihinden bir yüz: Karmatîler…

Yani İslam’ın okuduğumuzda bize başka bir dünyadan bahsediliyormuş gibi gelen bilmediğimiz, bilemediğimiz, yok saydığımız dram ve trajedilerle dolu tarihinden bir yaprak…

***

Önce tarihi arka plan…

Üçüncü halife Osman bin Affan’ın, ikinci halife Ömer bin Hattab’ın toprak politikasında yaptığı iki önemli değişiklik, sonraki yıllarda büyük toprak sahipleri ve onlara ikta edilmiş topraklarda çalışan işçiler, emekçiler, toprak köleleri yani marabalar ordusu oluşturmuştu.

Ömer bin Hattab’ın özellikle Kureyş’in toprak sahibi olamayacağı ve Medine’den çıkamayacağı yolunda getirdiği yasağın kalkmasının İslam tarihinde sanıldığından çok fazla etkisi olmuştur.

Halife Osman’dan sonra Emevîler ve ardından Abbasîler bir ganimet, rant ve toprak ağaları devletine dönüşmüştü. Arabistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın, Mısır’ın verimli topraklarına tek başlarına sahip olan aristokrat bir zümre ortaya çıkmış, saray hayatı, debdebe, tantana almış başını gitmiş, ezilen halk kitleleri adeta kaderine terk edilmiş, Afrika’dan (zenc), Hind’den (zutt) getirilen köleler bataklıklarda, pirinç tarlalarında, maden ocaklarında karın tokluğuna çalıştırılmaya başlanmıştı.

Sadece doğu eyaletindeki Hindukuş gümüş madenlerinde 10 bin işçi çalışmaktaydı. Altın batıdan, özellikle Nubya ve Sudan’dan getiriliyordu. Bakır Isfehan çevresinden elde ediliyordu.  Basra körfezinden inci çıkarılıyordu.  Altın ve zenci köleler Doğu Afrika’dan, misk Tibet’ten, kaliteli kumaş Malaga’dan, ipek elbiseler, toprak mamulleri ve kağıt Çin’den, kilim ve yaygılar Ermenistan’dan, baharat değerli taşlar, ilaçlar, mızraklar ve kafur Hindistan’dan, pamuk, ipek dokumalar, kağıt, kürk ve Asyalı köleler Maveraünnehir’den,  kilimler, başlıklar, meyveler ve içecekler İran’dan, keten elbiseler, eteklikler ve yaygılar Bizans’tan getirilmekteydi.

Böylece muazzam servetlere sahip tüccar tabakası oluşmuş, bir kısmının serveti milyonlara varmıştı. Mustağni bir sermayedar sınıf (bahçe sahipleri) oluşmuş, anonim şirket (Şirket el-Daman), bağımsız şirket (Şirket el-Muvefaza) türünde doğudan batıya uzanan dev şirketler (küresel sermaye!) meydana gelmişti.

İmparatorluk topraklarında yaşanan muazzam gelişmenin (büyüme!) Karmatîlerin felsefi proğramı olan İhvan-ı Safa Risaleleri’nde sınıfsal analize tabi tutulduğunu görüyoruz.  İhvan-ı Safa o günkü toplumu üç tabakaya ayırır: Zenginler, orta halliler ve yoksullar…

İmparatorluğun büyük şehirlerinde böylesi bir gelişme ve büyüme yaşanırken iç bölgelerde sefalet de alabildiğine derinleşmişti. “Ipıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, yıkık damlar” kendi haline terk edilmişti.  Buralarda binlerce kişi zor şartlarda çalışmakta ve yaşamakta idi.

Statükocu fıkıh zekatı 40/1’de dondururken tarih akıyordu. Tarihin gerisinde kalmama çabası demek olan içtihat, bu uçurumu gidermek ve sefaleti ortadan kaldırmak için bir türlü işletilmiyordu. Böylece zekat kısa sürede nostaljik bir dini ritüel haline geldi, fıkıh kitaplarının sarı sayfalarına hapsoldu. Ama hayat durmadı, alabildiğine gelişti, karmaşıklaştı, çelişkiler derinleşti. Böylece İslam’ın yayıldığı yerlerde peygamberin rüyasının aksine zengin ile yoksul arasındaki uçurum kapanmak bir yana iyice açıldı…

Erken dönemlerden itibaren Mevâlîler, Şiîler, Haricîler, Mutezilîler, Horasanlılar, Hürremîler, Zenciler, İsmailîler, Karmatîler gibi isyan hareketlerinin yatağının işte bu “ıpıssız aşıyanlar, kimsesiz köyler, yıkık damlar” olduğunu görüyoruz. Sosyal hayat boşluk kabul etmez; İslam’ın imparatorluklarla birlikte ortaya çıkan müreffeh yüzüne karşılık, öteki yüzünün de beraberinde yükseldiğini, tarih boyunca isyanlarla kendini gösterdiğini görüyoruz.

Sünnî zihin “ıpıssız aşiyanlardan, kimsesiz köylerden, yıkık damlardan” çıkan bu hareketlerin tarihini bilmez. Saray tarihçileri bu hareketleri aşağılık yaftalarla mahkum ederler. Bu tür kitaplarda “zındıklık, sapıklık, dinsizlik, servet düşmanlığı, malda ve kadında ortaklık, namazı inkar, sünneti red, Kabe’yi yıkma, çapulculuk, haydutluk, teröristlik” gibi ithamların bini bir paradır.

İslam tarihini galiplerin gözüyle okuyanların beyinlerinin böyle yıkandığını, İslam’ın öteki yüzünün özenle yok sayıldığını görüyoruz. Bu amaçla el-Muhtare örneğinde olduğu gibi şehirleri yok edilmiş, kitapları yakılmış, tarihe sarayın penceresinden bakmamız sağlanmıştır.

Oysa tarihe  sarayların penceresinden değil; “kimsesiz köylerin, yıkık damların” penceresinden bakabilmemiz lazım.

***

Buradan baktığımızda bambaşka bir tarih ile karşılaşırız.

Hamdan Karmat… Bir hamal…

Yaydığı fikirlerin adalet, eşitlik, kardeşlik, imamet esaslarına dayandığını görüyoruz.

Giderek küçük guruplar oluşturmaya başlıyor. Köylere, bataklıklara, kabilelere, Abbasî aristoklarının topraklarında çalışan tuz işçilerine, yenilmiş Zenci kölelere adamlar (daî) göndererek fikirlerini yayıyor.

Mevâlîler (Abbasî burjuva sınıfına dahil olmayan Müslüman sınıf) ve Zımmîler (Abbasî burjuvazisinden rahatsız gayr-i müslim sınıf) ve yönetimden rahatsız ezilen kitleler çağrısına kulak vermeye ve hareket giderek güçlenmeye başlıyor.

Karmatîlerin ilk günlerden itibaren eşitlikçi bir paylaşım hareketi olarak dikkat çekmeye başladığını görüyoruz. Harekete katılanlar için ilk farz “infak” (mal verme, paylaşım, bölüşüm) idi. Öyle ki bu namazdan bile önce geliyordu.

Hareketin sosyal hedefi zengin-yoksul ayrımını ortadan kaldırmak, köleliğe son vermek, toprak reformu yaparak iktalara (devlet tarafından zenginlere bağışlanan topraklar) son vermek, herkesi çalışır, üretir hale getirmek, İslam dünyasının hiçbir yerinde aç ve yoksul bırakmamaktı. Peygamberin rüyasında geçtiği gibi; bir kadın San’a’dan Hadremevt’e kadar tek başına gidecek, Allah’tan başka kimseden korkulmadığını görecekti... Bir adam elinde altın ve gümüşle günlerce dolaşacak, zekat verecek kimse bulamayacaktı…

Önce Ramazan ayındaki zekat, fitre ve sadakaları ortak bir havuza toplayarak başladılar. Harekete katılan her kadın ve erkek ortak havuza bir dinar verecekti. Hamdan Karmat buna giriş infakı (hijra) diyordu. Hareketin mensuplarından da ayrıca yedi dinarlık ahd veya mithak adı verdikleri yemin töreni infakı (bulgha) alınıyordu. Ayrıca 12 dinarlık tebliğe muhatap kişinin bölge daisi ile tanışması sırasında alınan vergi (necva) vardı. Giderek tüm servetlere beşte bir verme kuralı koydular.

Nihaî amaç giderek oranlı infaklardan özel mülkiyetin ortadan kaldırıldığı bir anlayışa geçmekti.

Bu amaçla Zenc hareketinin el-Muhtare şehri gibi, aşağı Mezopotamya’da “Dâru’l-Hicre” adlı bir şehir kurdular. Peygamberimizin hicret ettiği Medine’nin bir ismi de Daru’l-Hicre idi. Ona özenerek Medine’deki gibi bir “kardeşlik iktisadı” kurmak istiyorlardı.

Çok sayıda insan buraya toplandı. İşçiler, köylüler, efendilerinden kaçan köleler, kimsesizler, yoksullar akın akın şehre hicret etmeye başladı. Kimin neyi varsa buraya getiriyordu. Herkesten yeteneğine göre alınıyor, ihtiyacına göre dağıtılıyordu. Öyle ki kısa süre içinde silah ve at dışında özel mülkiyet “gönüllü” olarak kalktı. İranlı seyyah Nasır-Hüsrev Daru’l-Hicre’yi ziyaret ettiğinde insanların ne vergi, ne de aşar  vergisi vermediğini söyler. Yoksul veya borcu olan bir kimseye işini kurması veya durumu düzelinceye kadar infak farzdı. Toplumun diğer mensuplarının ilk görevi buydu. Bunu yapmadan namaz kılması boşunaydı. Borç (karz/kredi) sadece ortak havuzdan (Beytu’l-mal) alınabilirdi. Bütün kredi ve borç işlemleri buradan yönetilmekteydi. Tahıllar ücretsiz değirmenlerde öğütülürdü. Değirmencilerin ücretleri ve değirmen için gerekli tamir masrafları kamudan (Beytu’l-mal) karşılanmaktaydı.

Halife Osman bin Affan’dan beri devam eden ikta (zengine toprak bağışı) sistemini kaldırdılar. Toprak köleliğine son verdiler. Yoksul çiftçilere ekip biçme karşılığı toprağın kullanım hakkını verdiler. Kimse toprağın sahibi olamazdı. Toplumsal servetin dışarı çıkışını önlemek amacıyla kurşundan para bastırdılar. Uzak Doğu ve Hindistan başta olmak üzere bir çok ülkeye dış ticareti teşvik ettiler.

İranlı seyyah Nasır-ı Hüsrev Daru’l-Hicre’yi 443/1053 yılındaki ziyareti sırasında gördüklerini hayranlıkla aktarır… Şehirde yaşayanların sahip oldukları sığırlar, mücevherler, eşya vb. şeyler toplandı. Her köyde güvenilir kimseleri dai olarak seçtiler. Karşılık olarak bu idareci yoksullara elbiseler temin ettiler ve halkın ihtiyaçlarını karşıladılar. Böylece şehirde yoksul hiç kimse kalmamıştı. Herkes topluma yaptığı infakla büyük bir mertebeye layık olmak için sabırla ve gayretle çalışmaktaydı.

Kadınların hepsi elde ettiklerini getirdiler ve hatta çocuklar mahsule dadanan kuşları korkutup kaçırtmakla kazandıkları paraları bile vermekte idiler. Hiç kimse kılıcı ve silahları dışında şahsi mülkiyete sahip değildi. “Madem ki toprağımız var, kardeşlerimiz var, güven içinde yaşayabiliriz, şahsi mal biriktirmemize gerek yok” anlayışı yerleşmişti. Tek bir yoksul ve sakat kalmamakla üzere açlar doyurulmakta ve çıplaklar giydirilmekte idi.

Karmatîlerin kurduğu düzen içinde kadınlardın rolü üst düzeydeydi. İdarede yer almaları, üst düzey toplantılara erkeklerle birilikte katılmaları kadınların hareketteki rollerini göstermesi açısından kayda değerdir. Ayrıca kadınlar da kazandıkları parayı bu sebeple birliğe ödüyorlardı.

Malatî gibi abdest alırken ibriğini bir cariyesi, havlusunu başka cariyesi tutan saray tarihçisi böylesi kadın-erkek kardeşliğini anlayabilecek kafadan yoksun olduğundan “Kadın erkek birlikte oluyorlar, erkeklerle rastgele yatıyorlardı” diye alçakça yazabilmektedir. Bu kafanın, örneğin Medineli Ensarın, Mekkeli Muhacirlere “İki eşim var, boşanayım biriyle sen evlen” demesini, “Karılarını misafirlerine sunuyorlardı” (!) diye yazması içten bile değildir. Kafa bu olunca dilin de zembereği olmuyor…

Anadolu’daki “Ahîlik” (kardeşlik) geleneği de Karmatîlerin felsefî proğramı olan “İhvan-ı Safa” risalelerine dayanmaktadır. Ahilikteki Lonca sisteminin İhvan-ı Safa Risalleri’nde yer aldığını Fuad Köprülü, Massignon ve Hodgson gibi yazarlar ittifakla söylerler. Lonca sisteminde bir borcun anapara dışında ödenecek miktarı yoktur. (Faiz yasaktır). Yıkıcı rekabete, tekelleşmeye izin verilmez. Ortaklaşa üretim ve paylaşım düzeni esastır. Böylesi bir esnaf ve ticaret anlayışı Karmatîlerin Daru’l-Hicre’sinde vardı. Osmanlı’nın ilk yıllarındaki Ahîlik ve sonraki yıllarda gelişen “Mirî” (kamu) toprak düzeni anlayışı da buradan gelmektedir…

***

Karmatîlerin namazı, orucu, haccı inkar ettiği iddiası meseleyi anlamamaktan kaynaklanıyor. Şöyle ki: Klasik Sünnîlik namaz, oruc, hac gibi “nusuk”ları temel farz, mülk ile ilişkiyi ise nafile derecesinde görür. Kırkta bir zekat yeterlidir. İnfak zenginin himmetine bırakılmıştır. Halife Osman’ın Ebuzer’e dediği gibi kimseye ihtiyaçtan fazlasını verme mecburiyeti getirilemez. Ama örneğin fıkıh kitaplarında geçtiği gibi kişi namaz kılmaya mecbur tutulabilir, hatta kılmazsa kırbaç cezası bile verilebilir. Aksi halde dinin direği yıkılır (!).

Karmatîler ise tam tersini düşünüyor. Onlara göre dinde aslolan mülk ile ilişkidir. Kırkta bir zekat oranı hem Kur’an’da geçmez, hem de tarihseldir, değişebilir. Esas amaç zengin-yoksul ayırımının ortadan kaldırılması, mülkiyet ilişkilerine sosyal adalet, eşitlik, hakça paylaşım getirmektir. Dinin temeli buradan ortaya çıkar. Namaz, oruc, hac gibi “nusuk”lar ise bireysel olup kişinin himmetine bırakılmıştır…

İşte bunu Sünnî zihin namazı, orucu, haccı inkar olarak anlıyor.

Bu nedenle Abbasî şehirlerinin ortasında dev camiler var, ezanlar okunuyor, cumalar kılınıyor, hac kervanları törenle uğurlanıyor, sokaklarda kadınlar çarşafa bürünüyor. Fakat aynı şehirlerde zenginler debdebe, yoksullar sefalet içinde… Cami önleri dilenciden geçilmiyor, uzak beldelerde ıpıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, yıkık damlar sefaletin kucağına terk edilmiş… Nusuklar devlet eliyle öne çıkmış, meydana dikilmiş, mülkiyet ilişkileri ise kişinin insafına, gönlüne, himmetine bırakılmış…

Karmatî şehrinde ise zengin yok, aç ve yoksul kalmamış, dilenene de rastlanmıyor. Şehrin meydanında devasa tapınaklar yok, isteyen cami yaptırıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor. Mülkiyet ilişkileri devlet eliyle öne çıkmış, meydana dikilmiş, nusuklar ise kişinin insafına, gönlüne, himmetine bırakılmış…

Siz olsanız hangisinde yaşamak isterdiniz?

Çağımızda bize ilham verecek hangisi?

Peygamberimizin her türden sünnetini küçük yaşlardan beri ezberlediniz: Sarık, cübbe, sakal,    misvak, kabak yemeği… Oysa bunların sünnetle ne alakası var?

Ama bir sünnetlerin anası (ummu’s-sunne) var ki nedense kimse yanaşmaz: Mal biriktirmezdi!

Malum sünnet diye Kur’an’ın ete kemiğe bürünüşüne, peygamberimizde yaşar/yürür hale gelişine diyoruz.

Adam peygamberin kürsüsünden konuşuyor ve konuştuğu, yazdığı üzerinden mal biriktirmede hiçbir beis görmüyor. Peygamberden daha fazla mülk sahibi olmaya utanmıyor. Eğer bu mülk yığma matah bir şey olsaydı, kimse merak etmesin en önce Peygamberde olurdu. Öyle ya Allah “nimetini” en önce, herkesten önce resulünde görmek isterdi, değil mi?

***

Karmatî hareketinin en önemli yönü ilmî ve kültürel faaliyetlere verdikleri önemdir. Bu açıdan baktığımızda büyük alimler çıkardıklarını ve dev eserler ürettiklerini görüyoruz.  En başta “İhvan-ı Safa Risaleleri”nin onlara ait olduğu biliniyor. İbn Nedim, hareketin ilk kurucusu Hamdan Karmat’ın kayınbiraderi Abdan’a ait olduğunu belirttiği dört eserden bahseder: Kitâbu’l-Hudûd, Kitâbu’l-Melâhim, Kitâbu’l-Mizân, Kitâbu’l-Makâsıd… Abdullah el-Mağribi ise Karmatîlerin hukuk normlarını oluşturan kişi olarak bilinir. 50 eseri olduğu belirtilir. Bu eserlerden 20 kadarı günümüze ulaşmıştır. En önemle eseri “Deâimu’l-İslâm fi Zikri’l-Helâl ve’l- Haram” Karmatî fıkhının abide eseri olarak kabul edilir. Arapça basımı mevcuttur.

Böyle onlarca alim ve fikir adamı yetiştirmişler. Ünlü Hallac-ı Mansur da Karmatî olduğu suçlaması ile 8 yıl hapiste tutulduktan sonra asılmıştır. Hallac’ın da Karmatî fikirleri doğrultusunda ihtiyaçtan fazla mal biriktirmeyi haram saydığı, devrin mülk sahiplerine Ebuzer gibi isyan ettiği, bir çok fakihin “Enel-Hak” sözünün idamı gerektirecek bir söz olmadığını, fıkhî mülahazalara dayanarak cevaz çıkamayacağını söylemesine rağmen, asıl sebep başka olduğu için idam edildiğini biliyoruz. Bizlere hep ‘kendini tanrı yerine koydu, onun için idam edildi’ diye öğretildi. Halbuki asıl sebep teolojik değil; ekonomi-politikti. “Lehu’l-mülk” diye haykırması, kavmin iktidar ve zenginlikten şımarmış ileri gelenleri (mele-i mütref ) takımına, müstağnilerine, bahçe sahiplerine isyan etmesiydi. Bu fikirlerin toplumda yayılması çok tehlikeli görüldüğü için ve o devirde bu fikirlerin savunulduğu ana muhalif akım Karmatîler olduğu için, onlara destek verdi. Bundan daha tehlikeli birisi olur muydu?

***

Karmatîlerin “Şiî” oluşuna gelince…

Doğrusu işin bu tarafı ile hiç ilgilenmiyorum. İlham alınacak hiçbir yön de bulamıyorum. Kanımca “Sunnî saltanat idelojisi” nasıl iktidar mezhebi olup devrini tamamlamışsa, “Şiî imamet mitolojisi” de ezilen kitlelerin bir zamanlar kurtuluş umudu idi. O da devrini tamamladı.

Cabirî’nin dediği gibi her ikisi de aşılmadıkça İslam dünyasının önünde yeni ufuklar açılmayacaktır.

İnşa çağında bize yeni bir dil lazım.

Sosyal adalet, infak, mülkiyet ve ekonomi-politik yaklaşımları bakımından Karmatîlik benzeri hareketlerde Peygamber ocağının ateşini gördüm. Geçmişin külüne değil; ateşine talipseniz yabana atmayın derim.

Bu nedenle de “İslam’ın ‘yoldaş’larının (‘refîk’lerinin)”, insana bir kez daha ‘tarih hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi’ dedirten yenilmiş ve fakat görkemli tarihini saygıyla selamlıyorum. Tabi çoğu dinî, felsefî ve mezhebî fikirlerinin zamanı geçti, devir çok değişti ama ekonomi-politik görüşlerinin gayet Kur’anî ve Peygamberimizin mülk ile ilgili tutumuna paralel olduğunu, bu nedenle de ilham ve esin kaynağı olabileceği görüşündeyim.

yuzdeyuzhaber





Son Güncelleme: 29.08.2014 13:42
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

Avatar
Serdar 2014-08-29 16:31:01

güzel bir sınıfsal analiz. hallac'ın salt teolojik değil ekonomik-politik nedenlerden dolayı öldürüldüğü tezine benzer bir şekilde ayn-el qudat hemedani üzerine yazılmış bir eser var. the politics of knowledge in medieval islam. kitap omid safi adlı bir i̇ranlı akademisyenin doktora tezi. kitabın temel iddiası ayn el qudat'ın işkenceyle öldürülmesine sebep olan heretik kabul edilen tasavvufi görüşleri değildir. kendisi, isminin de imlediği gibi hemedan kadısıdır. fetva makamında olan bir fakihti

Avatar
smmm.menemen 2014-08-29 16:30:07

peki bu kadar adil olan karmati neden yıkıldı bu hareket neden tüm dünyada varlığını oturtamadı halbuki dünyanın 4/3 ü hatta daha fazlası yoksuldur.

Avatar
smmm.menemen 2014-08-29 16:30:07

peki bu kadar adil olan karmati neden yıkıldı bu hareket neden tüm dünyada varlığını oturtamadı halbuki dünyanın 4/3 ü hatta daha fazlası yoksuldur.

Avatar
serdar-devam 2014-08-29 16:32:00

Fetva makamında olan bir fakihtir ve Selçukluların ikta sistemine karşı çıkan fetvaları nedeniyle katledilmiş ama gerekçe "dini" ortodoksi içinden hazırlanmıştır.

Avatar
Nasır 2014-09-02 17:15:12

nasır-ı hüsrev sedername adlı eserinde lahsa adlı bir şehirden bahsediyor. yukarıdaki bütün özellikleri anlatıyor ancak bir de o şehir halkının müsülmanlıktan dönme olduğunu ebusaid adlı bir padişahının olduğunu namazı farz kabul etmediklerini anlatıyor. ayrıca bunların kabeye gittikleri bir zamanda hacıları öldürdüklerini ve hacerül esved taşını kendi memleketlerine getirdiklerini yazıyor."lahsadan 7 fersah doğuya gidildi mi denize varılır" diyor burası bugünkü bahreyn olsa gerek.