SİYASİ TANRILAR

27 Nisan 2018 Cuma 03:00

Edward Said (1935- 2003)…
Filistinli Hıristiyan baba ile Lübnanlı Hıristiyan annenin oğluydu.
Kudüs'te İngiliz Angli­kan St. George Koleji, Ka­hire'de -Arap dünyasının yöneticilerini yetiştiren- Vi­ctoria Koleji'nde ve ABD Massachusetts'te Norhfield Mount Hermon Okulu'nda öğrenim gördü. Ardından…
Princeton Üniversitesi'ni bitirdi; Harvard Üniversi­tesi'nde doktora yaptı. Co­lumbia Üniversitesi'nde öğ­retim üyesi olarak çalışmaya başladı. Stanford Üniversi­tesi ve Yale Üniversitesi'n­de de görev yaptı.
Çok parlak bir akade­mik kariyeri vardı. Ta ki 1967'de Arap-İsrail Sava­şı çıkana kadar…
O tarihe kadar apolikti/ politikayla pek ilgisi yok­tu. Sol görüşe sempatisi vardı.
Ünlü yazar Tarık Ali'ye 1994 yılında verdiği röportaj­da şöyle dedi:
“1967'ye kadar kendim hakkında kendi işiyle ilgile­nen biri olmak dışında bir şey düşünmedim. Savaşta bir şeylerin farkına varmaya baş­ladım. Mesela Edmund Wil­son, Isaiah Berlin, Rein­hold Niebuhr gibi kültürel kahramanlarımın çoğunun fanatik Siyonistler olması­nı kafama taktım. Yalnızca İsrail yanlısı olmakla kalmıyor Araplara karşı büyük bir düş­manlık besliyorlardı…”
Said, bu tarihten sonra Fi­listin direniş hareketiyle yakın­dan ilgilenmeye başladı. “El Fetih”/Filistin Kurtuluş Örgütü ve sürgündeki Fi­listin Ulusal Konseyi'ne katıldı.
Batı önyargısını yıkmak için “Oryantalizm/Şarkiyatçılık” kitabını yazdı.
ABD'deki akademik ve medya çevrelerinde adı “te­rör profesörü” oldu! Yılmadı.
Filistin-İsrail barış görüşme­lerine katıldı.
Yaser Arafat ile yakın çalıştı.

ŞÜPHE ÖLDÜRÜR

Edward Said sohbetlerinde Tarık Ali'ye Arafat konusun­da şöyle dedi:
“Onun zekasından, çabuklu­ğundan, hafızasından, şahane kişiliğinden etkilenmiştim. Ve hâlâ da etkilenmiş haldeyim. Her zaman öğrenmeye açık ol­duğu izlenimi veriyordu. Çoğu Arap liderin aksine kendisine yaklaşılabilirdi.”
Şurası çok ilginç:
“Başından beri beni Ameri­kalı görüyordu. Beni Ameri­kan temsilcisi olarak görü­yordu. Amerika'daki kişinin bağımsız olabileceğini ve kişinin kendi fikirlerini savunabileceği­ni ve benim hareketle daya­nışma içindeki bir Filistinli olduğumu ve Amerikan politikalarını eleştirdiğimi anlamıyordu. Bunu asla ka­bullenmedi. Hep bir Amerikan programı olduğumu düşündü.”
Şüphe en tehlikeli zehirdir; ilişkileri öldürür! Said ile Ara­fat'ın arasına şüphe girmişti. Keza…
– Said, askeri çözüme kar­şıydı.
– Said, Camp David görüş­mesi gibi ABD-İsrail dayatma­larına karşıydı.
Said, 2001 yılında şunu yazdı:
“Filistin halkı daha iyi­sini hak ediyor. Arafat ve emrindekilerin umut olmadığını açıkça belirtmeli­yiz. Filistinlilerin asıl ihtiyacı olan, sahada asıl mukavemeti yapan, gerçekten halkıyla beraber çalışan halktan ön­derler. Yoksa iş anlaşmalarını korumanın ve VIP geçişlerini yenilemenin peşinde koşup puro çiğneyen, her türlü edep ve güvenirliğini kaybetmiş, şişman bürokratlar değil.”
Filistin yönetimi Said'in kitaplarına yasak getirdi!
O da “Entelektüel” kitabında şöyle yazdı:
“Herhangi bir türden siya­si tanrıya inanmayave o tanrının saflarına katılma­ya karşıyım. İkisinin de ente­lektüel için yakışıksız davranış­lar olduğunu düşünüyorum.”
Ardından sayfalarca; tut­kuyla mücadele etmenin, risk almanın, kendini ortaya koy­manın, belli ilkelere bağlanma­nın, tartışmada yara almaktan korkmamanın ve dünyevi da­valar gütmenin bir entelektüel için taşıdığı önemi yazdı…
Ne demek istediğime geliyo­rum:

AYDIN İHANETİ

Julien Benda (1867-1957)…
Fransız filozof.
“Aydınların İhaneti” ki­tabıyla tanındı. Görevlerini bir yana bırakıp ilkelerinden ödün veren entelektüellere yö­nelik zehir zemberek eleştirilerde bulundu.
Entelektüel; çıkar gözetme­yen, ebedi hakikat ile adalet peşinde koşan ve baskıcı otoriteye meydan okuyandı.
Entelektüel, basmakalıp sözlerle/fikirlerle, nabza göre şerbet vererek kitle dalkavuk­luğuyapmayandı…
Entelektüel, akıntıya kapıl­mayan, akıntıya karşı kürek çekendi…
Peki…
Said'in yaşamını gördük; ef­sanevi Arafat'a bile karşı çıkan aydın olduğunu anladık.
Benda'nın entelektüel tanımı­nı öğrendik.
Ve maalesef Türkiye'deki “entelektüellerin” hallerini de gördük:
– Sürekli günah çıkarma ayin­leri/tantanalı döneklikler…
– İnsanların yaşadığı acıla­rı-baskıları görmemeler…
– Konuşulması/yazılması gereken yerde susmalar/yazma­malar…
– İktidardaki pek bilmişlerin suyuna gitmeler…
Karşımıza hep çıkan, çıkarını gözeten profesyonel düzen adamları oldu!
İnsanların, “aydın/entelektüel” sözüne tiksintiyle bakmasına şaşırmamak lazım; halkı bir kenara itekleyen, “mürekkep yalamışların”durumu maale­sef hep bu oldu!
İşte…
Entelektüellerin bu hali, ülke­mizdeki düşünceyi taşlaştırdı! Zihinsel alışkanlıklar politikayı yozlaştırdı.
Siyaset, yeniden üretilemez; politik heyecan yaşanamaz oldu.
Umutsuzluk-çaresizlik toplumu ölümcül virüs gibi sardı.
Bu hal mücadele ruhunu sakatladı.
Bunların sonucunda… Çabu­cak sonuç elde edecek “siya­si mühendislik” tek mücadele biçimi haline getirildi!
Bugün sadece kimi politi­kacılar değil, sağ'dan sol'dan kimi entelektüellerin de A. Gül'ü aday olarak telaffuz etmesi bunların sonucudur.
Aydın'ımız çok eksildi.
Elimizde mumla siyasi tanrıla­ra başkaldıran E. Saidler arı­yoruz…

yuzdeyuzhaber





Son Güncelleme: 27.04.2018 03:20
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol