Kıraathane Olayının Geçmişi

24 Haziran 2018 Pazar 03:11
Kıraathane Olayının Geçmişi

Sevgili okurlarım, bu seçim gününde zorunlu olarak siyasetsiz bir yazıyla karşınızdayım.
Recep Bey büyük projesini (!) açıkladı. Ahali için her mahallede kıraathaneler açacak, çay ve kek beleş olacak!
Şimdi Recep Bey'in bu müthiş fikrinin (!) Osmanlı'da nasıl ve ne zaman oluştuğunu görelim. Ancak o zaman kıraathanelerde çay ve kek yok, kahve ve tütün var!
Tarihçi Peçevi İbrahim Efendi 1600'lü yıllarda yaşamış ve pek çok olaya tanıklık etmiş bir Osmanlı aydını.
Kendisinden önce olanları ve kendi döneminde bire bir yaşadılarını tatlı tatlı, belgelerle ve tanıklar göstererek anlatıyor.
Kültür Bakanlığı tarafından yıllar önce bastırılan ve iki ciltten oluşan kitabının adı “Peçevi Tarihi.”
Kitabında çok değişik olaylara, kazanılan zaferlere, uğranılan bozgunlara ve başkent İstanbul'da yaşanan olaylara geniş yer veriyor.
Araştırıcı kişiliği ile Osmanlı dönemindeki bazı sosyal olayları da anlatıyor.
Örneğin Recep Bey'in müthiş projesi olan kıraathaneler ve kahvehaneler Osmanlı'da ilk kez nasıl ortaya çıkmıştı, tütün nasıl gelmişti…
Sözü günümüz Türkçesi ile Peçevi'nin kitabına bırakıyorum:

* * *

“Yıl 1554. Bu tarihe kadar başkent İstanbul'da ve kesinlikle bütün Rum ilinde (Rumeli ve Anadolu'da) kahve ve kahvehane (kıraathane) yok idi.
Söylenen yılın başlarında Halep'ten Hakem adında bir esnaf ile Şam'dan Şems adlı kibar bir kişi gelip Tahtakale'de açtıkları birer büyük dükkanda kahve satmaya başladılar.
Keyiflerine düşkün bazı kişiler, özellikle okur yazar takımından bir çok kimse bir araya gelmeye ve yirmişer otuzar kişi olarak toplantılar düzenlemeye başladılar. Kimisi kitap ve güzel yazılar okur, kimisi tavla ya da satranç oynardı.
Bazen yeni yazılmış gazeller getirip şiir ve edebiyattan söz edilirdi. Ahbap toplantıları yapmak için büyük paralar harcayarak ziyafetler çeken kimseler, artık bu masraftan kurtulup bir iki akçe kahve parası vererek toplantıların safasını sürmeye başladılar.
İş o dereceye vardı ki, işlerinden çıkarılarak yeniden görev almak için belli bir süre beklemek zorunda olan memur adayları, kadılar, müderrisler (din hocaları) ve işsiz güçsüz takımı böyle eğlenecek ve gönül avutacak yer bulunmaz deyince kahvehaneler dolup taşmaya başladı ve oturacak, hatta duracak yer bulunmaz oldu.
Kahvehaneler o kadar ün saldı ki mevki ve rütbe sahiplerinden başka, ileri gelen büyükler de buralara ellerinde olmadan sürekli gelir oldular.
İmamlar, müezzinler, sofular ve halk kahvehanelere dadandı.
Mescitlere kimse uğramaz oldu deniliyordu.
Din bilginleri ise “Kötülükler yuvasıdır, kahveye gitmektense meyhaneye gitmek daha iyi olur” gibi laflar söylüyorlardı.
Özellikle vaizler, yasak edilmesi için çok çaba harcadılar.
Müftüler de yanarak kömür haline gelen her şey düpedüz haramdır diye fetvalar verdiler.
Rahmetli Sultan Murat (4. Murat) zamanında –Allah'ın rahmeti üzerine olsun – kahvenin yasak edilmesi için sıkı tedbirler alındı. Ama yine de önüne geçilemedi.
Kimi dostlar “Koltuk kahvesi” diye çıkmaz sokaklarda ve bazı dükkanların gerisindeki arka kapıdan işlemeye başladılar. Daha sonra özel izinler aldılar ve kahveden vazgeçmediler.
O zamandan sonra kahve o kadar sürüm buldu ki artık yasaklanmaktan kalktı. Vaizlerle müftüler artık “Kömür derecesine gelmezmiş, içilmesinde sakınca yoktur” der oldular.
Ulema (din bilginleri), şeyhler ve büyük vezirler, gelir kaynağı olarak kahvehaneler açtılar ve büyüklerden kahve içmez adam kalmadı. Hatta o hale geldi ki, birer ikişer altın kira alır oldular.”

* * *

Peçevi İbrahim Efendi kitabında tütünü de anlatıyor. Bu bölümün başlığı “Kötü kokulu ve sağlığa zararlı tütünün ortaya çıkması.”
Aynen günümüzdeki sigara ve duman olayı!.. İçene ve çevreye zarar veren ve geçmişte bile pek çok yerde yasaklanan bir nesne…
Okuyunca günümüzdeki benzerlikleri göreceksiniz.

* * *

“Tütünü (İstanbul'a) 1600 yılında İngiliz kâfirleri getirdiler ve rutubetten ileri gelen kimi hastalıklara ilâçtır diye sattılar. Keyif ehli (keyfine düşkün) kimi ahbaplar, keyif verir diye tiryakisi oldular.
Giderek, keyif ehli olmayanlar da kullanmaya başladılar. Hatta ulema ve devlet büyüklerinden birçokları da o tutkuya kapıldılar. Kahvehaneler, rezil ve ayak takımı kimselerin fazla tütün içmelerinden dolayı dumanla doldu ve içinde olanlar birbirini göremez oldu. Çarşı ve pazarlarda ellerinden lüle düşmez oldu. Birbirinin yüzüne üfleye üfleye çarşı ve mahalleleri de kokuttular ve üzerine nice saçma sapan şiirler yazıp yerli yersiz okuttular.
Kimi dost çevreleri arasında defalarca tartışmalar oldu. Tütünün iğrenç kokusu hemen adamın sakalına ve başörtüsüne, üzerindeki giysiye, özellikle de eğer içinde içilirse evine siner.
Bundan başka halı ve keçe gibi eşyayı, evdeki yatakları yakar, kül ve köz ile dört bucak pislenir.
Uykudan sonra bu uğursuz kokunun dimağı etkilediği ve fazla kullanılması ile insanın çalışamaz hale geldiği, elleri iş görmekten yoksun kaldığı ve bunlar gibi daha birçok korkunç zararları görülürken, zevki ve yararı nerededir diye soruldukça “Bir eğlencedir, bunun dışında safası zevk verir” demekten başka bir cevap verememişlerdir.
Halbuki bundan ruhça bir zevk ihtimali yoktur. Bu cevap bir cevap olamaz. Sadece tatsız tuzsuz bir ağız kalabalığından başka bir şey değildir ve büyük günahlardan sayılmalıdır.
Hepsi bir yana, tütün İstanbul'da kaç kez büyük yangınların çıkmasına yol açmış bulunmaktadır. Nice adam o ateşe yanmış ve yakılmıştır. Ancak gerçekte forsa (kürekçi köleler) çalıştıran gemilerde gardiyanlar kullanırlarsa biraz uyku giderici etkisiyle forsa gözetleyiciliğine yararlı olduğu inkâr olunamaz. Bir de rutubeti gidererek kuruluk getirir.
Fakat bu kadarcık bir yarar için birçok zararlarına katlanmak ne akıl kârıdır, ne de geleneğe uyar.
1635 tarihine gelinceye kadar tütün o kadar yaygınlaştı, o kadar ün kazandı ki, yazılması ve anlatılması imkânsızdır.
Ulu Tanrı, padişahımız hazretlerinin ömürlerini, adalet ve insaflarını çok çok artırsın ki, bütün Osmanlı ülkelerinde kahvehaneleri kaldırıp yerine uygun dükkânlar koydurmuş ve kokuşmuş tütün içilmesini kesin olarak yasaklamıştır.”
O yıllarda sigara henüz yok ama tütün düşmanı tarihçi Peçevi İbrahim Efendi'nin iyi bir Yeşilaycı olduğu anlaşılıyor!

yuzdeyuzhaber





Son Güncelleme: 24.06.2018 05:50
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol