İHSAN HOCA'DAN ÇARPICI DEĞERLENDİRME!

'Kur'an dikkatle okunursa sürekli olarak “kadınların tarafında” ve erkeklere kızan, azarlayan bir uslup olduğu dikkatten kaçmaz...'

31 Ağustos 2015 Pazartesi 20:59
İHSAN HOCA'DAN ÇARPICI DEĞERLENDİRME!

 Eski dünya dinlerinde doğum olayının “ruhların işi” olduğuna inanılırdı. Eski Yunanlılar doğumda kadının hiçbir etkisinin olmadığına inanarak, bütün her şeyin erkekten geldiğine inanırlar ve kadını insan yerine bile koymazlardı. Tevrat’da Havva’nın kaburga kemiğinden yaratıldığı yazar. Hrıstıyanlar için ise Havva Adem’i kandıran bir mahluk olduğu için daha baştan “Şeytan”dır. Oysa Kur’an insan doğumunun “karışımlı atılıp saçılmış bir su”dan (76/2) yaratılıp geldiğini söyleyerek bebeğin oluşumunda erkek ve kadının birlikte etkisinin olduğun açıklar. Eski Yunanlılarda olduğu gibi üremeyi sadece erkeğe hasretmez. Keza Hrıstıyanlıkta olduğu gibi kadını daha baştan “Şeytan” olarak yaftalamaz, Yahudilikte olduğu gibi de “kaburga kemiği” hikayesi anlatmaz. Bilakis kadınlar (nisa) adını verdiği sureye şöyle başlar;

“Ey insanlar! Sizi tek bir özden iki eş varederek yaratan, sonra ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türetip çoğaltan Rabbinizin bilincinde olun. Adını dilinizden düşürmediğiniz “Allah’a” saygılı olun, aile bağlarını gözetin. Unutmayın, Allah hepinizi çok iyi görüyor.” (4/1)
Ayette geçen (nefs-i vahide) tek bir öz, tek bir can, tek bir şahıs, tek bir ruh demektir. Öyle anlaşılıyor ki ayet Tevrat’da geçtiği gibi, Allah’ın önce Hz. Adem’i tek bir can olarak yaratıp ondan (kaburga kemiğinden) Havva’yı yarattığını değil, Adem ile Havva’yı her ikisini birden “tek bir özden” yarattığını anlatmaktadır (Ebu Muslim). Yani erkek ve kadın, karşı cinsler olarak “tek bir özden” aynı anda varolmuştur. Tek bir anneden doğan biri erkek diğeri kız yumurta ikizleri belki bir fikir verebilir. Bunun anlamı şudur; erkek kadına veya kadın erkeğe “Önce ben yaratıldım, sen benim şuramdan buramdan çıktın” deme hakkına sahip değildir. Her ikisi de “tek bir öz”den yaratılmıştır. Yani daha varlığa çıkışta “eşitlik” söz konusudur…
Nisa suresindeki ayetlere baktığımızda peşpeşe bir çok hakkın erkeklerden alınıp kadınlara verildiğini, kadının o günkü toplumda çok kötü olan durumunu iyileştirmeye yönelik bir dizi reformlar yapıldığını görürüz. Çok eşlilik, miras, evlenme, boşanma gibi kadın-erkek ilişkilerinin temellerine dair kısa bir gezinti çok şeyi gözler önüne serecektir…
ÇOK EŞLİLİK KALDIRILDI
“Yetimlerin mallarını verin.  Temiz olanı pis olanla değiştirmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza karıştırıp yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır. Yetimlere haksızlık yapmak istemiyorsanız o beğenerek (aldığınız) kadınlardan dörder, üçer, ikişer (azaltarak) evlenin. Adaletsiz davranmak diye bir endişeniz/korkunuz varsa teke (indirin) veya yanınızda esir düşmüş olanla (evlenin). Bu ilave yapıp durarak haddi aşmamanız bakımından daha hayırlıdır.”  (Nisa; 2-3).
Kanımca ayetin doğru çevirisi bu şekildedir.
Buradaki sorular da şunlar: Çok eşliliğe ruhsat verildiği söylenen ayete girişte neden  üç kez “yetimlerin malı” denmektedir? Dahası neden “verin” (fe’tû) ve “yemeyin” (la te’kulû) denmektedir? Bunların çok eşlilikle ne alakası vardır?
Bu soruların cevabını en klasik kaynaklardan birsinde geçen şu rivayette çok açık bir şekilde görüyoruz:
“İkrime’den gelen rivayete göre o şöyle demiştir:  Bir adamın yanında hem hanımları, hem de yetimler bulunurdu. Kendi malını hanımlarına harcayıp, hiç malı kalmayarak muhtaç duruma düşünce, bu sefer hanımlarına yetimlerin malını harcamaya başlar. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak “Zevceler çok olduğu zaman eğir yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, biliniz ki, bu korkunun yok olması için dörtten fazla kadın nikahlamanız size haram kalınmıştır. Dört kadının hukukuna riayet edememekten korkarsanız, o zaman bir kadın kafidir.” buyurmuştur. Allahu Teala burada fazla tarafı yani dördü; eksik tarafı yani biri zikretmiştir. Böylece de bu iki  sayı arasındaki sayılara dikkat çekmiş ve adeta “Eğer dörtten korkarsanız üç; üçten korkarsanız iki; ikiden korkarsanız bir hanım size yeter demiştir. Bu en uygun görüştür. Buna göre Allah Teala, çok kadınla evlenmesi halinde daha fazla harcamada bulunmak zorunda kalacağından, bu sebeple de yetimin malına el uzatması muhtemel olacağından, veliyi çok kadınla evlenmekten sakındırmıştır.” (Razi; Tefsir-i Kebir; c. 7, s. 328).
Görüldüğü gibi konu “yetimlerin malı” ile ilgilidir. Zaten çok eşliler vardır -ki bunu için ayet gelmesine gerek yoktu örfen caizdi- Onları geçindirmek sorun olunca yanlarındaki yetimlerin malına yöneliyorlar ve onların malı ile hanımlarını geçindirmeye kalkıyorlar. Ayet tam bu anda geliyor ve “Yetimlerin malını verin. Onların malını kendi mallarınıza katarak yemeyin” diyor.
Bundan mütevellit sorun yaşadıkları “çok eşlilik problemine” değiniliyor ve “Yetimlere böyle haksızlık yapmaktan korkuyorsanız onların malına el uzatmayın, aldıklarınızı geri verin, onlara kendi malınız gibi davranamazsınız” deniyor. Peki, “Bu durumda bu kadar çok kadını nasıl geçindireceğiz?” diye sorarsanız, “Önce dörde indirin bakalım, sonra üçe, sonra ikiye hatta bire kadar… Veya yanınızdaki esir kadınlardan biri ile evlenin. O zaman sıkıntıya girmezsiniz. Bu, ilave yapıp durmaktan kaynaklanan haksızlıkların bir daha olmaması için sizin daha uygundur” deniliyor.
Buna “ruhsat” deniyorsa ruhsatın ne olduğu bilinmiyor demektir.
Ruhsat sıkışana verilir. Domuz eti yemek gibi bir şey önce yasaklanır fakat zaruret hali (açlık gibi) olunca ruhsaten izin verilir ve açlık giderilinceye kadar yiyebilirsiniz  denir.
Aynen böyle, burada da önce çok eşliliğin yasaklanmış olması, sonra bir zaruret halinin ortaya çıkması, örneğin erkeklerin “tek eşle yetinememe” gibi bir sorunlarının ortaya çıkması, ortada dulların yetimlerin kalması, bunun son sınırlarına dayanması, artık çaresiz iki, üç, dört kadınla evlenmenin açlık gibi bir zaruret halini alması gerekir.
Böyle bir zaruret yok ki? Zaten çoğu çok eşli. Toplum poligaminin (çok eşliliğin) yaygın ve legal olduğu bir toplum. Savaşlar olmuş, Bedir’de, Uhut’da dullar ve yetimler ortada kalmış, bir Arap örfü olarak onlarla zaten evlenilmiş, yetimler yanlarına alınmış, bütün bunlar  olmuş…
Ayet bunların yarattığı sorunları çözmeye geliyor. Çok eşliliğin yaygın olduğu bir topluma hitap ediyor. Köleci bir topluma her fırsatta köleleri azat edin, zengin-yoksul uçurumun had safhada olduğu bir topluma verin, infak edin, eşitlenin dendiği gibi, çok eşli olan bir topluma da güç yetiremezsiniz, azaltın, teke indirin deniliyor.
Yukarıda İkrime rivayetinde geçtiği bir “bir” (vahid) dışındaki bütün sayılar, buna gelmek içindir. Başka bir tabirle tarihseldir, evrensel olan “bir” veya “tek” eşliliğin yerleştirmesi ve yaygınlaştırılmasıdır.
Eğer çok eşlilik ruhsat olacaksa bu fıkhî tabirle “örfen” caiz olur, “şer’an” caiz olmaz. Çünkü Kur’an gelmeden önce de örfen (Arap geleneğinde) çok eşlilik vardı. Kur’an’dan izin alarak bunu yapmadılar. İzin almaları da gerekmiyordu, yürüyen bir toplumsal akıl ve örf vardı. Ama Kur’an bunun haksızlıklara yol açtığını görünce müdahale etti ve yönlendirdi. Nereye doğru yönlendirdiği ise ortadadır…
Yine  Nisa 129. ayetle çok eşliliğin “emredilmediği” ve emredilemeyeceği ortaya çıkar. Çünkü Allah güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize emretmez. Buna kelamcılar teklif-i ma la yutak derler;
“Kadınlar arasında adaleti sağlamaya asla güç yetiremezsiniz.” (Nisa; 129).
Bu bütün erkekler için geneldir. Herkesi kapsamaktadır.
Şimdi, burada soru şu: Allah adaletsizliğin olacağını te’kid-i nefy istikbal (len testati’û) ile yani  ‘gelecek bütün zamanlar boyunca güç yetirmeniz mümkün değil’ diyerek uyardığı bir şeyi başka bir yerde emreder mi? 
Emretmez!
Bu nedenle hicri 4. yüzyılda yaşamış olan Kadi Abdülcebbar  (öl. 415/1025),  bu ayetin, erkeklerden çok eşlilik teklifini düşürdüğünü söylemiştir. Artık ne böyle bir emir, ne de böyle bir teklif vardır. Ayetin geri kalan kısmı ise yukarıdaki “dönüştürücü ilk örnek” kapmasındadır.
Yine  Ahzab suresinin 52. ayetinde “Bundan sonra kadınlar sana helal olmaz” denilerek çok eşlilik yolu kapatılmıştır. Artık çok eşlilikler geride kalmıştır. “Bundan sonra” gidişat tek eşliliğe doğru olacaktır. Hükümler geriye doğru işlemeyeceğine göre biz “Bundan sonra” sından sorumluyuz. Nitekim Peygamberimiz “Bundan sonra” bir daha hiç evlenmemiştir.
DİĞER KADIN REFORMLARI
 “Hiçbir karşılık beklemeden kadınlara hak ettiklerini verin, şayet kendi istekleriyle bir kısmını size bağışlarlarsa içiniz rahat bir şekilde alabilirsiniz.” (4/4)
Yani, “Cahiliye Araplarının yaptığı gibi kadını üzerinden para kazanılacak nesne (nafice) olarak görmeyin. Evlenen kadına verilen başlık parasını (hulvân) el koymayın, doğrudan kadına verin” (Kelbi, Ebu Salih, Ferra, İbni Kuteybe)
“Anne-baba ve akrabasının mirasından erkekler bir pay alacaklardır. Kadınlar da anne-baba ve akrabasının mirasından az veya çok pay alacaklardır. Bu pay her iki tarafın da hakkıdır.” (4/7)
Yani, “Cahiliye Araplarının “Mızraklarıyla vuruşmayan, yurdunu savunamayan ve ganimet elde edemeyen kadınlar mirastan nasıl pay alabilirler? Bu olacak şey değil!” sözü (Razi, Kurtubi, İbni Kesir, Zemahşeri) artık geçersizdir. Kadınlar da bundan böyle mirastan pay alacaklar!”
“Ey iman edenler! Kadınlara miras niyetiyle zorla sahip olmaya çalışmak helal olmaz. Sizi açıkca aldatmadıkça ona ait malı geri almak için baskı yapıp durmayın. Kadınlarla güzel geçinin. Onlardan hoşlanmıyor olabilirsiniz ama Allah sizin şer gördüğünüz bir şeyde hayır görüyor olabilir.” (4/19)
Yani; “Ey iman edenler! Cahiliye Araplarının yaptığı gibi dul kadınları, kocası ölür ölmez üzerine elbise atıp “kapatma”nız, onu baskı ve zorbalıkla miras kabul etmeniz, mehir vermeden kapatma yoluyla evlenmeniz, kadını başkasıyla evlendirmeniz, alıp satmanız (Razi, Kurtubi, İbni Kesir, Zemahşeri)  helal değildir. Bundan böyle kadının rızası ve kendi kararı olmadan hiçbir şey yapamayacaksanız! Hadi şimdi, kocası ölen kadına keyfinize göre sahip olmaya kalkışın da görelim! Cahiliye Araplarının yaptığı gibi hanımınızdan hoşlanmadığınız ve ondan boşanmak istediğiniz için ona kötü muamele yapmanız, verdiğiniz mehri geri almak için canından bezdirinceye kadar baskı altında tutmanız, kadını mehri geri vererek kaçırmaya çalışmanız helal değildir. Kadınlarla zorla evlenmeniz helal olmadığı gibi, evlendikten sonra malına el koymak için zorlamanız da helal değildir (Razi, Kurtubi, Zemahşeri). Artık bunları yapmayın, bunlar cahiliye döneminde kaldı…”
“Eğer eşinizden boşanıp başka biriyle evlenmek istiyorsanız önceki eşinize hazineler bile vermiş olsanız hiç birini geri almayın. Ona özel verdiğiniz bir şeyi yalancı çıkarak, erdemsizlik yaparak geri almak olur mu? Nasıl alırsınız ki, yıllarca aynı yastığa baş koymuşsunuz ve sizin sağlam sözünüze güvenmişler. Babalarınızın evlenmiş olduğu kadınlarla da evlenmeyin. Öncekiler geçmişte kaldı. Bu, çok çirkin, rezil bir şeydi ve ne kötü bir adetti!”  (4/20-22)
Ayetin “Bir eşin üstüne başka bir eş daha almak istiyorsanız” şeklinde değil “Eşinizden boşanıp onun yerine başka birisiyle evlenmek istiyorsanız” şeklinde gelmesi, surenin başındaki tek eşliliğe doğru yönlendirmeye önemli bir işarettir. Keza boşandıktan sonra verdiği malı geri almaya kalkmak, üvey anneleri ile evlenmeye yeltenmek de ayette geçtiği gibi “erdemsiz ve rezil” uygulamalardı. Kur’an peşpeşe gelen bu reformlarla kadını bütün bu durumlardan bir bir kurtarmaya devam ediyor, izleyemeye devam edelim…
CARİYELİK KALKTI
“Meşru nikah sahibi olmak dışında namusuyla bir yuva kurmuş ve kurmayı bekleyen bütün kadınlar da size haramdır. Bu size Allah’ın yazılı emridir. Şu halde evlenilmesi haram kılınanlar dışındakilerle, gerekli harcamaları yaparak namusuyla bir yuva kurmak herkesin hakkıdır. Sağladığı faydalara karşılık yuvayı birlikte kurduğunuz eşiniz için doğrudan masraftan çekinmeyin. Bu asgari harcamadan sonra daha fazla veya daha az masraf konusunda anlaşmak artık size kalmıştır. Unutmayın, Allah her şeyi bilir, çok bilgedir.” (4/24)
Ayette geçen (meleket eymanukum) deyimi sözlükte “Sağ ellerinizin sahip oldukları” demektir. Bu deyimle iki mana kastedilmiştir;
1- Veli, şahitler vb. meşru şartları yerine getirerek nikah sahibi olmak
2- Savaş sonucu esir kadınlara sahip olmak.
Bu ayette ister hür ister esir böyle “meşru nikah sahibi olmadan” hiç kimseyle evlilik ilişkisine girilemeyeceği anlatılmak isteniyor. “Sağ elin sahip olduğu” deyiminden maksat nikah mülkiyeti veya nikah sahibi olmaktır. Çünkü bu tabir henüz savaş ve esir kadın ele geçirmenin söz konusu olmadığı Mekke dönemi ayetlerinde de geçmektedir (ör. (70/30).
Bu ayetin maksadı insanları zinadan menetmek ve yeni bir nikah bulunmaksızın veya eğer kadın memluke (esir, cariye) ise nikah sahibi olmaksızın onlara cinsi temasta bulunmaktan men etmektir. Cenab-ı Hak bunu “sağ elin sahip olduğu”  ile ifade etmiştir. Çünkü “sağ elin sahip olduğu” hem nikah ile evlenilen kadınlar hem de mülk olarak sahip olunan kadınlar hakkında söz konusudur (Razi). 
Demek ki savaşta esir alınan kadınların siyasi ve sosyal sahibi olunabilir ama cinsel sahibi olunamaz.  Bunun için her normal kadınla yapıldığı gibi ayrıca nikah yapılması gerekir. İslam vicdanı her ne şekilde olursa olsun “nikahsız” ilişkiye cevaz vermez.
MUT’A NİKAHI YOK
Yine bu ayetten (mut’a) adıyla bir çeşit nikah çıkarılmıştır.  Sözlükte mut’a “faydalanılan, zevk alınan” demektir. Terim olarak “Bir kimsenin bir kadını belli bir ücret ile belirli bir zamana kadar kiralayıp onunla cinsi münasebette bulunabilmesi” demektir. Bunun caiz olup olmadığı tartışmalıdır.
Mut’a nikahı, eski dünyanın yağmalama, fethedilen yerlerde kadına kıza musallat olma gibi yaygın tecavüz olaylarını Müslüman askerlerin de yapmasının önüne geçmek için bu işe bir hukuk getirmek amacıyla düşünülmüş ve bir ara uygulanmış da olabilir. Fakat yukarıda geçtiği gibi Kur’an kadın-erkek ilişkilerini kesinlikle bu olay üzerine kurmamıştır. Kuran’ın insanlığa tavsiyesi insanlığın temel kültürünün yani “meşru nikahla kurulmuş aileler şeklindeki yaşamın” sürdürülmesi ve hatta güçlendirilmesi yönündedir. Böylesi anormal şartlarda, yaygın ve uzun süreli savaşlar da bile kadın-erkek ilişkilerine ahlak ve hukuk getirmek İslam vicdanının bir gereğidir.
Şu halde normal barış ortamındaki medeni şehir hayatında mut’a nikahı gibi bir şeyi düşünmek adı Kadınlar (Nisa) olan sure boyunca ısrarla vurgulanan aile hayatı ile ilgili mesajların “ruhu” ile bağdaşmaz. İnsanlıkta ortaya çıkmış her tür çözüm ister eski ister yeni, ister İslam’dan ister başka dünyalardan geliyor olsun gündeme alınabilir. Çünkü Müslümanlar insanlığın karşı karşıya bulunduğu her soruna çözüm üretmekle sorumludurlar. Yeterki hak ve adaleti, vicdan ve merhameti ve Adem’den beri gelen kadim insanlık kültürünü sarsacak, bozacak nitelikte olmasın.
EVİN ‘REİSİ’ ERKEK Mİ?
Ve son olarak evlilik hayatı ve  boşanma ile ilgili reformlar… Bu konuda da dikkatle okunursa kadınların durumunu iyileştirmeye yönelik çok önemli adımlar atıldığını görürüz.
“Erkekler kadınlar üzerine titrer, onları koruyup kollarlar. Bu, Allah’ın insanlara farklı yetenekler vermesi ve erkeklerin geçim masraflarını temin etmede daha müsait olmalarından dolayı böyledir. İyi, güzel ve doğru olan kadınlar Allah’ın korunmasını buyurduğu mahremiyeti koruyan ve O’na saygıda kusur etmeyen kadınlardır… Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşlerinizle önce oturup konuşun, olmazsa odaları ayırın, yine olmazsa bir müddet ayrılın. Barışıp anlaşırsa hala işi yokuşa sürüp bahaneler aramayın. Unutmayın, yücelik ve büyüklük Allah’a mahsustur.” (4/34)
Ayette geçen (kavvam) sözlükte “Çokca ayağa kalkan” demektir. Terim olarak “İşin (burada ev ve kadın) üzerinde durmak, onları gözetmek, bütün gayreti ile korumak, nezaret etmek” anlamındadır. Oldukça geniş bir anlam çerçevesi olan bu sözcüğün diğer söylenişi (qayyum) Süryanice’de “uyumayan kimse” demektir (Razi).
Buradaki anlamıyla qavvâm esas itibariyle çok ilgili olan, anbean tepki veren, muhatabıyla interaktif ilişki halinde olan demektir. Nitekim bir işe kayyum olarak atanan kimse başına geçtiği işi, anbean takip eder, üzerine titrer, koruyup kollar.
Bu ayette erkeklerle ilgili olarak mübalağa sigasıyla gelen qavvam vurgusunun yönü erkeğin kendisinden ziyade kadına veya eve, çocuklara doğrudur. Şu denmek istenir; “Erkekler evlerine karşı, özellikle de kadınlara karşı yüksek derecede ilgili, sevgili ve saygılı olmalıdırlar. Anbean, sürekli iletişim içinde olmalıdırlar. Sevgi, şefkat, ilgi ve alakada bir an bile geri durmamalı, bu konuda çok uyanık olmalıdırlar. Uyku ve uyuklama halinde, ilgisiz ve kaygısız olmamalıdırlar. Eve otel gibi gelip gitmemeli, en küçük ayrıntıyla bile yakından ilgilenmelidirler. “Çokca ayağa kalkmalı”, her dertlerine koşmalı, daima yanlarında olmalı, bunun için adeta “hop oturup hop kalkmalıdırlar.” Ev hayatını bir yük olarak görmemelidirler. Eğer öyle görüyorduysalar evlenmemeli, bu sorumluluğun altına girmemeliydiler. Madem girdiler o halde hakkını tam olarak vermeli, kavvam olmalıdırlar. Bir kadının erkekten beklediği en önemli şey de zaten bu değil midir?”
İşte gerçek anlamda qavvam olmak budur. Bu kelimedeki vurguyu kadına, eve doğru değil de erkeğin bizzat kendisine doğru yorumlayan klasik müfessirler, aslında, kadını dinlemeyen, güçlü, kudretli, sert, yönettikleriyle iletişimsiz, onlara sürekli yukarıdan emirler yağdıran bir “ev reisi” profili çiziyorlar.
Aslında onlar Allah’ın hayyu kayyum olmasını da aynen böyle anlıyorlar. Halbuki orada da asıl vurgu karşıdakini dinlemeyen, heybetiyle arşta kurulu tahtında oturan, oradan emirler yağdıran değil, varlıkla birlikte yürüyen, kaderi birlikte oluşturan, olayların ve süreçlerin içinde yer alan, statik değil anbean dinamik, interaktif iletişim halinde olmakla ilgilidir. 
KADINLARI DÖVÜN DENMİYOR
Yine ayette geçen (darb) sözlükte “vurmak, dövmek” esas anlamı olmakla birlikte bir çok anlamları daha gelir.  “Kadınları dövün” ayeti olarak bilinen bu ayet, yukarıdaki “ikişer, üçer, dörder evlenin” ayetinin evlilikleri giderek çoğaltılmasını değil giderek azaltılmasını amaçlaması gibi, kadını dövme olaylarının yaygın olduğu bir toplumda bunun giderek azaltılması ve nihayetinde tümden terk edilmesini hedeflemektedir. Oturup konuşmadan, bir müddet yatağını veya odasını ayırma gibi gayet insani yöntemlere başvurmadan tek bildiği “karnından sıpayı başında sopayı eksik etmeyeceksin” olan o günkü Arap toplumunu medenileştirmeyi amaçlıyor.
Bu ayetten sonra ne gibi gelişmelerin olduğuna baktığımızda bizzat Hz. Peygamber’in kendisinin bununla amel etmediğini görürüz. Hemen her tefsirde bu ayetten sonra hemen şu hadis zikredilir; “Ben bir şey istedim ama Allah başka bir şey irade etti. Allah’ın irade ettiği şey en hayırlısıdır” (Razi, İbni Kesir, Kurtubi).
Nitekim Hz. Peygamber’in ömrü boyunca evli olduğu hanımlara tek bir fiske vurduğu görülmemiştir. Bir ara hanımlarıyla sorun yaşayınca önce onlarla konuşmuş, sonra yatağını ayırmış ve bir müddet (iki ay kadar) onlardan ayrılmıştır. Sonra anlaşma sağlanınca tekrar birlikte olmuşlardır. Ayete verdiğimiz meal de onun bu uygulamasına dayanmaktadır.  Demek ki “darb” burada vurmak, dövmek değil; bir müddet ayrılmak manasına gelmektedir.
Sonuç olarak bu yazıda sadece Nisa suresinden bazı örneklerle anlatmaya çalıştığımız şudur; Bu ayetlerin her biri kadınlara bir hak getiriyor. Hatta denilebilir ki ayetler ezilen, hor görülen ve o günkü toplumda çok kötü durumda olan kadınların yanında yer almaktadır. Yukarıda sıraladığımız ayetler dikkatle okunursa sürekli olarak “kadınların tarafında” ve erkeklere kızan, azarlayan bir uslup olduğu dikkatten kaçmaz. Bugün olsa sanırım aynı uslup yine sürdürülürdü…

yuzdeyuzhaber





Son Güncelleme: 01.09.2015 08:54
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol