Eğer mevcut İslam, kötülüklere son vermek ve kötülük odaklarına karşı direnmek için, açık bir eylem felsefesini hayatla buluşturmuyor ise o İslam; adalet, hakikat ve merhametten uzaktır ve sahtedir. Bu sahte dine karşı mücadele etmek, her Müslümanın boynunun borcudur.
Bugün Kur'an'ın hakikatiyle buluşan İslami bir toplum yaratmak istiyorsanız; dini hayatı, tek merkezden yönetilen camilerin, medreselerin ve kara yobazların kirli ellerinden kurtarmak zorundasınız. Bunu başarmak için İslam'ın sorgulayıcı ve özgürleştirici akla açılan yolunu kapatan softalara karşı çıkmalısınız ve İslamın, bütün farklı güzellikleri kucaklayan ve toplumsal barışı, bu farklılıkların korunmasında somutlayan gücünü, hayatınızda idrak etmek zorundasınız. Çünkü Müslümanlar, bütün dünyevi otoriteleri ve kendini tek otorite haline getiren bütün din otoritelerini, adalet, merhamet ve hakikat üçgenine alıp sorgulamakta özgürdür. 

Bu özgürlük devredilemez en temel haktır. İnsanların doğası; özgürce bilgi edinme, iletişim kurma ve sorgulama gücüne sahiptir. Bu hak insanlara doğuştan Hakk tarafından, adalet ve özgür vicdanın bir gereği olarak verilmiştir. Hakk'ın verdiğini kuldan almak, onun yerine geçmek şirktir. Gerçek İslam zihniyetinde, zihni köleleştirme değil, tam aksine özgürleştirme ve temel haklarının korunması öğütlenir. Yobazların, kadınlara uygulanan şiddetin toplumda giderek artmasına çözüm üretmek yerine ve kadınlarla erkeklerin birbirini tamamlayan bir dayanışma içinde olmalarını başarmak yerine, haremlik selamlık derdine düşmeleri, atalarından gördükleri eski inançlarının ve alışkanlıklarının bir gereğidir. İslam, insanın ve kadının köleleştirilmesine itiraz eden bir öze sahiptir. Fakat Arap Sünni İslamı, İslamın bu özünü karartmış ve onu; tahakküm, zora dayalı hiyerarşi ve katı ayrımcılık üreten dünyevi bir otoriteye bağımlı kılmıştır. 

Bugün insanlar, İslam'dan soğuyorsa ve bunca kötülüğe karşı,kendini İslami iyilik ve doğruluk şemsiyesi altında güvende hissedemiyorsa, suçun bir kısmını, dini söylemi kullanarak dünyevi hayatı tekeline alan softalara yüklesek de, suçun büyük kısmı, bu zulme sessiz kalıp kendini çaresiz hisseden insanlardadır. Bir taraf gittikçe zenginleşiyor, diğer taraf işsiz, evsiz ve güvencesiz hale geliyorsa, o toplumda İslam'dan eser yoktur ve açıktır ki Müslümanların, camilerde aynı nakaratla okunan hutbelerin tek amacının, bu durumu gizleyerek sürdürmek olduğu konusunda açık bir şüpheye kapılmamaları olanaksızdır. Eğer mevcut adaletsizliği değiştirme yolunda o toplumdaki Müslümanlar adım atmıyorlarsa, o toplum, dini hayatı resmi ritüellerle sınırlayan karanlık bir yanılgının bataklığında boğulmaktadır.

Vahyin insan hayatına girişi, insanın doğal sosyal hayatını bozuma ve dumura uğratmaz. Aksine insana yabancı ve zararlı olanları veya doğal olmayan unsurları hayatından çıkarmasını sağlar. Dinin sosyalleşmesi, halklaşması yani vahyin halklarla  ve insanlıkla kaynaşması, bu doğal kaynaşmayı kendi özünde ve içinde barındırmasından dolayıdır. Vahiy, köleleştirme değil, özgürleştirme amaçlı inmiştir. 
Doğal hak ve özgürlükleri koruyan din ile zora dayalı kurumlaşma sonucu oluşan hiyerarşik otoriter din arasında, uzlaşmaz çelişkiler vardır. Emevilerden bu yana gelen Arap İslam’ının da, vahiyle uzlaşmaz çelişkileri olmuş ve sonuçta vahyi, zora dayalı bir iktidar gücüne dönüştürerek, insana yabancı olan ama kendi çıkarlarına uygun olan her şeyi, sosyal hayata zor ve hile ile raptetmiştir.
Bugün de Suud hanedanı, körfez krallıkları, İran molla rejimi ve diğer Arap şeyhlikleri, kapitalizmin uşağı olarak, vahye tamamen yabancı bir yapılaşmayı toplumsal hayata dayatmaktadırlar ve insanların doğal ilişkilerini ve kaynaşmalarını bozmaktadırlar. İslam’ın yozlaştırılarak, saldırgan şiddet üreten kapitalizm ile buluşturulması, en büyük günah olmaktadır.

İslam'ın faşizmin zeminini güçlendiren ve insanların kendi rızalarıyla köleleşmelerini sağlayan bir tarzda algılanması, küresel kapitalist oligarşilerin en sinsi ve en etkili oyunudur. Kur'an'la ve Allah'la Müslümanları aldatmak ve düşmanını, kendini tanımayacak derecede alçaltarak aşağılamak, bu oyunun en temel yöntemidir. Geçmişte Tevrat'ın ayetlerini tahrip eden Yahudi hahamlar gibi, Hristiyan papazlar da İsa'nın mesajını Roma'nın iktidarına peşkeş çekmişlerdi. Dini inançları, devlet otoritesinin baskı ve tahakküm aracı haline dönüştürmek, zalimlerin en iyi bildikleri riyakârlık ve sapkınlıktır.
Din, toplumsal yaşam kılavuzu olduğu halde, onu toplumsal hayatın dışına itmek ne kadar yanlışsa, dini inançları toplumun değil de devletin merkezine almak da o kadar yanlıştır. Devletin dini olmaz, toplumun dini olur ve devletin, ancak ayrımsız ve ayrıcalıksız adaleti olur. 
Din; toplumsal yaşamda ahlâkı, dayanışmayı, eşitlenme ve empatiyi sağlayan ve farklılıkların doğallığında bir arada yaşamayı güçlendiren, toplumsal dinamikleri ortak değerler etrafında, uyum ve denge içinde tutabilen bir yaşam kılavuzudur. Bu anlamda yıkılması, yozlaştırılarak düşmanlaştırılması zalimlerin işine yarar. Böylece zalimler, dinini ve ahlâkını bozup çarpıttıkları bir topluma, çok daha rahat hükmedebilirler.
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol