İşte hocamızın o tartışmaları ele aldığı son makalesi:
" Ayasofya'da tartışma bitmez. Şimdi de 85 yıl sonra ezan okunmasıyla gündemde.
" Ayasofya'da tartışma bitmez. Şimdi de 85 yıl sonra ezan okunmasıyla gündemde.
Ama evvela şunu unutmamalı, bu işin şakaya gelir yanı yok; sürekli restorasyon
ihtiyacında olan bir yapıdan bahsediyoruz. Eski eserleri korumak ne kuru bir
turizm, ne de gösterişle bağdaşacak bir iştir. Beşeriyetin uzun, kültürel
macerasına saygı duymak gerekiyor.
AYASOFYA sanat tarihçilerinin deyişiyle, ne ortaçağ Hıristiyan sanatına ne de
Batı Avrupa’daki Romanesk, Gotik-ojival mimari tarzına giren bir eserdir. Bir
kere teknik bakımdan Ayasofya kendisinden sonraki asırların ta 15’inci yüzyıl
sonuna kadar geçemediği bir mükemmelliği ifade eder. Mimarları Trallesli (Aydın)
Anthemius ve Miletoslu İsidoros, eskiçağ inşaat bilimlerini ve matematikçilerini
çok iyi tanırlardı. Başta Arşimed’inki olmak üzere İskenderiye Kitaplığı’nda
kaybolan birçok eseri Anthemius derleyip zikretmiştir.
Ayasofya’nın kendinden evvelki bazikal kiliselere üstünlüğü temeller ve
sütunlara dayanan merkezi kubbeli bir eser olmasıdır. İnşaat sırasında binlerce
işçi ve ustanın sevk ve idaresindeki başarı, mimari tarihinde 15’inci asırda
Brunelleschi’nin mühendisliğine dek görülmeyen ustalıklı bir sisteme
dayanmasındadır. Böyle bir ustalıklı sistem ve çalışma sayesindedir ki Ayasofya
yedi yılda bitmiştir. Bu tıpkı Mimar Sinan’ın ustalığı gibidir. Ne var ki, İslam
dünyasındaki bazı büyük camiler ve kervansaraylar hariç ne Bizans’ta ne de Batı
Avrupa’da bu kadar çabuk biten bir yapı yoktur. Üstelik merkezi kubbe sistemi de
bir daha Floransa’daki katedrale kadar tatbik edilememiştir. Ayrıca bu kubbe
birkaç defa çatlama ve hatta yıkılma tehlikesi geçirmesine rağmen ustalıkla
restore edilmiştir. Son başarılı restorasyon istinat sistemini icat eden Mimar
Sinan’ın işidir ve o da bu çalışmasıyla haklı olarak iftihar etmiştir.
MOZAİKLERİ KORUNDU
Ayasofya 1453 Mayıs’ında camiye çevrildi. Dokuz asır boyu Hıristiyanlığa hizmet
eden ve fakat hem Hıristiyan hem de Müslüman dünyanın ihtişamına göz diktiği,
buna rağmen bir eşini yapamadığı bu yapı bundan sonra beş asır boyu cami olarak
hayatına devam etti. Osmanlı sanatının en güzel çinili üç türbesi, kütüphanesi,
medresesi bu yeni caminin ilaveleridir. Burası, bütün İslam dünyasının
hayallerini kurduğu bir ibadethaneydi. Ayasofya’nın hutbesi ayrı bir ritüele
tabiydi. Hatipler, imamlar, müezzinler ve görevlilerin Fatih vakfiyesine göre
ayrı bir geliri vardı. Medresesi ve kütüphanesi gözde bir kurumdu. Ancak kabul
etmek gerekir ki, Selimiye ve Süleymaniye ile İslam dünyasında bir ihtişam
ortaya çıktı.
1849 yılında Sultan Abdülmecid Han’ın emriyle cami restore edildi. Brera
Akademisi mezunu olan ve Rusya hizmetinde çalışırken Rusya sefaretini yeniden
inşa ederek göze giren mimar Fossatti kardeşler, Osmanlı başkentindeki resmi
binalarıyla tanındıkları için (Arşiv Binası, İran Sefareti, şimdi yok olan
Adliye gibi) Ayasofya’nın restorasyonu da onlara ihale edildi. Fossatti
kardeşler, freskleri onardı ve aynısını mozaiklere de tatbik ettiler.
Görüldü ki 1453’teki camiye çevirme operasyonu, mozaik ve desenleri tahrip etmek
bir yana muhafaza etmiştir. 15’inci asırda ‘reconquista’dan (İspanyolların
Müslüman Endülüs’ü yeniden fethi) sonra kiliseye çevrilen Kurtuba’daki muhteşem
mescit maalesef benzer talihe sahip olmadı. Bizans tipi mozaikleri tahrip oldu,
cami içindeki sütunların simetrik yapısı Şarlken’in bile beğenmediği bir ilave
katedral ile tamamen bozuldu.
SESİN ETKİSİ HÂLÂ SIR
Ayasofya 3 Kasım 1934’te, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
başkanlığındaki vekiller heyeti kararıyla müzeye çevrildi. İslam hattının
harikası sayılan, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin levhaları, büyüklükleri
dolayısıyla dışarı çıkarılmadı. Ayasofya, eklektik bir eser olarak ziyarete
açıldı.
Ayasofya’nın müze haline getirilişinin arkasındaki dış siyasi baskıların varlığı
veya etkinliği henüz bilinmiyor ama bu eser hiçbir dini cemaatin ayinine
açılmamak kararıyla bir dönüşüm yaşadı.
Israrla şunu belirtmek gerekiyor: Ayasofya üzerindeki tasarruflarla meydana
çıkacak buhranı göğüslemek nasıl mümkün olur, bunu tahmin etmek kolay değil.
Şimdiden Türkiye’deki en dikkati çeken dış olay haline geldi.
Beri yandan Ayasofya devamlı restorasyon gerektiren, beşeriyetin yüzde yüz
ayakta kalan en eski anıtlarından. Sesin onda nasıl bir etki yaratacağını
bilmiyoruz; kesinlikle konserlere açılmaması gerekir. Hatta bilim insanları yan
ve üst galerilerin de ziyaretçilere kapatılmasının yararlı olduğunu söylüyorlar.
Bugünün teknik imkânlarıyla yapılan neşriyat ve röprodüksiyonlar bu talebi de
haklı kılıyor. Hatta ziyaretin belirli günlerle sınırlı kalması da doğru
olabilir.
Kremlin kiliseleri böyledir. Eski anıtlarda insan nefesinin birçok şeyi tahrip
ettiği biliniyor, tahribin derecesi tartışılıyor. Kapadokya kaya kiliselerindeki
sorumsuzca ziyaretler freskleri mutlaka tahrip edecektir. Bunlar benim değil
uzmanların görüşü; aynı keyfiyet bazı tarihi camiler için de geçerlidir. Eski
eserleri korumak ne kuru bir turizm, ne de gösterişle bağdaşacak bir iştir.
Beşeriyetin uzun, kültürel macerasına saygı duymak gerekiyor.
YÜZYILLAR BOYU TEK BAŞINA
“Ayasofya’nın kendinden evvelki bazikal kiliselere üstünlüğü temeller ve
sütunlara dayanan merkezi kubbeli bir eser olmasıdır. İnşaat sırasında binlerce
işçi ve ustanın sevk ve idaresindeki başarı, mimari tarihinde 15’inci asıra
kadar tekrarlanamamıştır.”
Son Güncelleme: 14.07.2016 01:37
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.
Üye Girişi Üye Ol
çok güzel ve özel bir müze .i̇çine girdğimde kendimi alamadım her yanı değişik tarih. göz alıcı ilk bakışta o binanın yapılış amacına uygun bizim dinimiz de o kadar devasa objeler sütunlar harika fakat müslümanlıkta yok dikkat çekici süslemeler bile uygun değil orda ibadet yapılıyor ayakkabılarımızı bile çıkarıp içeri öyle giriyoruz camilerimizin mahremiyeti var................... o yüzden bırakalım bize güzel dugular yaşatsın kaç medeniyet ve din ta