'ATATÜRK HAYIR DİYOR...'

Araştırmacı-Gazeteci Soner Yalçın referandum sürecini yine çarpıcı bir yazı ile ele aldı. Yalçın, ülkenin kurucu dehası Atatürk'ün de tavrının hayırdan yana olacağını iddia etti.

07 Mart 2017 Salı 01:07
'ATATÜRK HAYIR DİYOR...'

İşte Yalçın Sözcü'de kaleme aldığı o yazısı:

" 1930'lar…
Yaşanılanlar bugüne benziyordu.
Dünyada büyük bir finans krizi yaşanıyordu.
Ülkelerde büyük bir ekonomik çöküş yaşanıyordu.
Ve:
Toplumsal hayattan dışlanan yoksul kitlelerin umudu, -tüm siyasi yetkileri 
elinde tutan bir diktatörün yönettiği- “faşizm” oluyordu.
Almanya'da… Faşist Hitler iktidara yürüyordu. (1933'te Başbakan, 1934'te 
Cumhurbaşkanı ve hemen arkasından “Führer” adında tek adamın yönettiği devlet 
başkanlığını yarattı.)
İtalya'da… Faşist Mussolini iktidardaydı; tek adamlık rejimi istiyordu ve buna 
kavuştu.
Portekiz'de… Faşist Salazar iktidardaydı; bakan oldu, başbakan oldu; tek adam 
diktatörlüğü kurdu.
İspanya'da… Faşist Franjistler iktidara yürüyordu. Franco tek adam olarak 
iktidara geliyordu.
Uzatmayayım…
Avusturya'dan Belçika'ya, Japonya'dan, Arjantin'e dünyanın dört yanında 
faşistler iktidara geliyordu…
Peki ya Türkiye?..
Tarih: 30 Haziran 1930.
Atatürk, Yalova'ya gitti.
Her daim yaptığı gibi yanında iki cephane sandığına koydurduğu kitapları vardı.
Sık sık denize girdi
Çıktığında Türk kahvesini içti; sigarasını tüttürdü.
Kitap okudu.
Akşamları ise “aydınlanma sofrası” kurdu.
Yalova'daki masanın etrafında bu kez tarihçi sayısı çoktu.
Atatürk her daim yaptığı gibi, misafirlerini konuşturmak için sorular sordu.
Afet İnan masada konuşulanları not aldı.
Atatürk'ün ilk sorusu şu oldu:
“İnsanların tarihten alabilecekleri önemli uyanış dersleri nelerdir? Bugünün 
hadiselerinden birini açıklayacak örnek verir misiniz?”

Tarihsel uyarı

Dünyada faşist tek adam rejimleri iktidara gelirken, Atatürk'ün sofrasında şu 
konuşuluyordu:
“Milletin şahıslara, kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar meclup 
(tutkun) olması, iyi netice vermez. Bunun tarihte misalleri çoktur.
Mesela, Roma tarihinde imparator ‘Ogüst (Augustus)' diye şöhret alan Oktav'ın 
(Octavianus) elinde 500 seneden beri devam eden Roma Cumhuriyeti, 
sessiz-sedasız, yavaş yavaş mutlak bir hükümdarlığa döndü.
Oktav önceleri daima Senato'ya dikkat ve hürmet ederdi.
Hürriyet taraftarlarını hoşnutsuzluğa sevk etmezdi.
Herkesin iyiliğine çalışırdı. Efkar-ı umumiye (kamuoyu) kendisiyle beraberdi.
Oktav hayat boyu konsüllüğü reddetti; diktatörlüğü asla kabul etmedi.
Senato'ya kendini çok sevdirdi.
Senato, Oktav'a ‘Ogüst' unvanı verdi. Bu unvan o zamana kadar yalnız mabutlara 
(tanrılara) verilirdi.
Oktav bu yeni unvanla bir nevi kutsallık kazandı.
İşte bu terfi Oktav'ı; askeri ve sivil bütün iktidar ve yetkileri yavaş yavaş 
nefsinde toplamaya sevk etti.
44 sene devam eden bu ‘Ogüst' devri, Cumhuriyet'in unutulmasına kafi geldi.
Ogüst'ten sonra, içlerinde Neron dahi bulunan imparatorlar Roma Devleti'ni 
yıkıncaya kadar taht sahibi oldular.”
Şaşırtıcı bir örnek değil mi?
Bugün konuştuklarımızdan farklı mı?
Peki…
Atatürk'ün sofrasında neden Roma tarihinden örnek verildi?
Atatürk ve arkadaşları kuşkusuz Mussolini'yi yakından takip ediyordu; ve 
“faşizm” kavramını biliyorlardı.
Faşizm kavramının kökeni; Roma imparatorunun arkasında yürüyen iki celladın 
taşıdıkları sopa ve balta demetinin adı olan Latince “fasces” sözcüğünden ileri 
geliyordu.
Örnek bilinçli seçilmişti!
Faşizm tehlikesine karşı, o Yalova günlerinde Atatürk önemli bir politik adım 
attı…

Tek adam rejimi

Atatürk tek parti rejiminden rahatsızdı.
1930 yılındaki Yalova'daki sofrasında günlerce bu konu tartışıldı.
Konuşulanları özetleyeyim:
– Bu vaziyetin devamında mühim sakıncalar vardır. Meclis yalnız bir parti 
mensuplarından olunca, o partinin iktidar mevkiinde tuttuğu hükümetin icraatları 
 kafi derecede münakaşa ve tenkit edilmiyor.
– Keza Reisicumhur, tenkitsiz tatbike alışabilir. Bu hal adet haline gelebilir. 
Çünkü, az tenkitli veya tenkitsiz iş görmek, her hareketi tenkit göreceğini 
düşünerek hareket etmekten daha kolaydır. Zamanla bu vaziyetin nasıl bir şekil 
alacağını kestirmek de güçtür.
– Devlet riyasetine gelen zat, bilhassa muktedir, faal olur; taktir kazanacak 
büyük hizmetler yaparsa; ve görünürde Meclis vaziyeti ile cumhuriyet şekline 
gayet hürmetkar ve itaatkar görünürse tehlike büyür. İstenmediği halde devletin 
niteliğini değiştirebilir.
– Bu yeni mahiyetin yeni ismini takınması zaman meselesi olur.
Evet…
Şaşırmayın…
Bunlar Atatürk'ün sofrasında konuşuluyordu.
Bir de bugün yaşanılan referandum sürecini anımsayınız:
Bir tek AKP'li milletvekili çıkıp tek adam rejiminin zararlarından 
bahsetmedi/bahsetmiyor!
Atatürk, 1930 yılında…
– Hükümet eleştirisi için…
– Parlamenter denetim için…
– Tek adam diktatörlüğünün önüne geçmek için…
Avrupa'da bile kimi ülkeler faşizme kayarken çok partili siyasal hayatın yolunu 
açtı.
Sonuç ne oldu?
Elimize yüzümüze bulaştırdık!
1924 gibi 1930'da da çok partili siyasal sistem başarısız oldu.
Nihayet 1946'da çok partili hayata geçildi. Ama hala çok partili siyasal rejim 
kültürünü benimsediğimiz söylenemez!
Atatürk'ün gördüğü siyasal tehlike önümüze sandık olarak getirildi.
Şaşırtıcı değil aslında:
Tıpkı 1930'larda olduğu gibi dünyada yine faşist partiler iktidara yürüyor.
Ve artık başımızda, siyasal denetime inanan bir Atatürk yok…

yuzdeyuzhaber





Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol