ARTIK TÜRKİYE'DE SEÇİM FALAN OLMAZ...'

Cezaevinden çıktından sonra gördüğü dayanışma eksikliğinin, onu hayal kırıklığına uğrattığını söyleyen Mahalli, referandumdan hayır çıktığını ancak sonucun evete çevrildiğini iddia etti.

04 Haziran 2017 Pazar 23:45

AKP hükümetinin Suriye’deki terör örgütlerini desteklediğini söylediği için cezaevine konulan, halihazırda da yargılamasına tutuksuz devam edilen gazeteci yazar Hüsnü Mahalli, BirGün’den Meltem Yılmaz'ın bu haftaki Pazar Söyleşisi’nin konuğu oldu.

Cezaevinden çıktından sonra gördüğü dayanışma eksikliğinin, onu hayal kırıklığına uğrattığını söyleyen Mahalli, “Türkiye’ye geldiğime, gazetecilik okuduğuma, gazeteci olduğuma pişman değilim. Dünyaya tekrar gelsem yine gazeteci olmak isterim derim. Ama itiraf edeyim, cezaevinden çıktıktan sonra beklediğim dayanışmayı göremedim. Şimdi, ben kimin için mücadele veriyorum diye sorguluyorum. İçeri atılıyorum, karşılığında sen bana bir telefon açıp geçmiş olsun demeye korkuyorsan, hastaneye, duruşmaya gelmiyorsan, korkaksan, sindirilmişsen; kusura bakma ama senin bir değerin yok. Ben seni neden savunayım, artık savunmam ben seni” diye konuşuyor.

 Cezaevine girmeden bileğinize takılan kelepçe, cezaevinden çıktığınızda size bir bastona mal oldu. Halen de yargılamanız devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını seçmiş bir gazeteci olarak, içinden geçtiğiniz süreç size ne düşündürüyor?

Ben, Türkiye’deki gazetecilerin yüzde 99’undan farklı bir gazeteciyim. Çünkü ben olayları dışarıdan gören ve ne düşünüyorsa açıkça söyleyebilen biriyim. Bir Türk gibi bakmam olaya. Türkiye’deki en iyi gazeteciler bile sıkıştıklarında Türk gibi yazıyor. Ben bunu yapmam.

Türk gibi yazmak ne demek?

Bir eksiklik. Çünkü Türk gibi yazdığınız andan itibaren olaylara içerden bakıp taraf tutar, duygusal yaklaşırsınız. Örneğin Türkiye- Suriye ilişkilerinde, Türkiye’deki gazetecilerin tamamı Türk gibi bakar ve davranırlar. Benim cezaevine girmemin nedeni bölge hakkında her şeyi bilmem ve bunları hiç çekinmeden konuşmamdır. Bu, AKP için çok rahatsız edici oldu. AKP benden çekiniyor ve korkuyor, çünkü biliyorlar ki ben kurgu yapmam, yalan söylemem, o an neyi düşünüyorsam açık açık konuşurum. Türkiye Suriye’deki terör örgütlerini destekliyor dedim, ama bunu ben demiyorum ki, bunu başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş bile söylemiş.

 Kaldı ki geçmişte AKP’nin Ortadoğu politikasını destekliyordunuz.

Evet. AKP, Ortadoğu politikasında doğru adımlar atarken onları destekliyordum. Ama yanlış yapmaya başladığı andan itibaren ben de eleştirilerimi açıkça dile getirmeye başladım. Bu güce ve yetkiye sahibim çünkü hem onları zamanında desteklemiştim hem de konu çok kanlı, acılı, insanlar ölüyor, ülkeler yıkılıyor. Suriye’de ölen akrabalarım var benim, Ezidi kızlara göz göre göre tecavüz ediliyor. Bırakın gazeteciliği, hangi insan bunu kabul edebilir? Suriye’de yaşanan trajediye sahip çıkmamak insanlık namına iğrenç, gazetecilik açısından da büyük bir eksiklik.

[Haber görseli]

 "Neden hiçbir İslamcı çocuğunu okutmak için Suudi Arabistan’a göndermiyor?"

Ancak eleştiriye kapalı ortam, insanlık ya da gazetecilik tanımıyor, öyle değil mi?

Dünyanın tüm anayasaları, sözleşmeleri, bildirileri, bildirgeleri gazetecilerin, terörü desteklemediği sürece istediğini yazabileceğini söylüyor. Gazetecilik sosyal bir yükümlülüktür, bir görevdir ve ülkeler böyle gelişir. Türkiye’nin şu anki ortam çok tehlikeli. Eğer bu süreç böyle devam ederse, yüzde 50’nin yaşama hakkı kalmayacak, açık söylüyorum. Çünkü bu örnekleri yaşadım, Saddam zamanında, Hafız Esad zamanında, Kaddafi zamanında… Ben Ortadoğu’yu çok iyi bilen bir insanım, bu nedenle Türkiye’nin nereye gittiğini görüyor ve çok üzülüyorum. Türkiye bunu hak etmiyor.

 Bakın size bir örnek vereceğim: Türkler Suudi Arabistan gibi mi yaşamak istiyor? Madem öyle, neden hiçbir İslamcı çocuğunu okutmak için Suudi Arabistan’a göndermiyor? Ya da o çok güzel dedikleri Dubai’ye? Neden tüm İslamcılar çocuklarını Batı’ya, Amerika’ya gönderiyorlar? Ama eğer asıl niyet, ülkenin bütün yapısını değiştirmekse, o başka tabii.

 Böyle bir niyet görüyor musunuz?

Maalesef evet.

Referandum sonuçlar, bu kaygınızı destekler nitelikte mi? Ne düşünüyorsunuz?

Benim bir şey düşünmeme gerek kalmadı. Dışarda AGİT, Avrupa Parlamenter meclisi, Birleşmiş Milletler; içerde Kılıçdaroğlu, Akşener olmak üzere herkes bu işte bir gariplik olduğunu biliyor. YSK başkanı “valla unutmuşlar zarfları mühürlemeyi” diyor. Ne demek unutmak, 2 milyon zarf unutulur mu! Şu an AKP seçmeni de dahil olmak üzere toplumda genel kanı, sonuçlar hayır çıktı ama evet’e çevrildi şeklinde.

 Referandum sonuçları açıklandıktan hemen sonra sosyal medyada “Ben bu filmi çok izledim” şeklinde bir paylaşımda bulunmuştunuz. Bundan sonra demokratik bir seçim beklemek hayal mi?

Evet, bundan sonra seçim olacağını düşünmüyorum ben. 16 Nisan’daki hileden sonra 2019’da aynı hileyi yapmayacaklarını kim garanti eder ki? Çünkü güç ele geçirildi. Hüsnü Mübarek, Kaddafi, Saddam da referandum yapardı ve destek hep yüzde 90 çıkardı. Çünkü artık referandum, seçim, bunların bir anlamı kalmıyor. Türkiye de o yola girdi maalesef.

 Siz doğru bildiğinizi söylediniz ve bu nedenle cezaevine girdiniz. Bu süreç sağlığınıza mal oldu. Pişman mısınız?

 Türkiye’ye geldiğime, gazetecilik okuduğuma, gazeteci olduğuma pişman değilim. Dünyaya tekrar gelsem yine gazeteci olmak isterim derim. Hele hele Türkiye’de, zira burası bir gazeteci için çok önemli bir ülke. Türkiye tabii ki benim ülkem hayatım dostlarım, işin, ailem her şeyim burada. Ben ne düşündüysem, ne söylediysem burası için söyledim, yazık günah değil mi? Bu kadar güzelliği, zenginliği olan bir ülke bu hale getirilir mi? Ama pişman olduğum bir konu var, itiraf etmem gerekir.

 Nedir?

 İtiraf edeyim, cezaevinden çıktıktan sonra dayanışma göremedim. İnsanlar korkuyor deniliyor. Tamam da ben insanları savunurken korkmuyorum da, insanlar bana merhaba demekten neden korkuyor? Ya da bir telefon açıp da Hüsnü hoca geçmiş olsun demeye neden korkuyorlar? Yaptığım televizyon programı reytingde birinciydi, sokağa çıksam yüz kişi beni durdurur “ne zaman programa geri döneceksiniz” derler. Peki ben mahkemedeydim önceki gün, davam vardı, kaç kişi geldi? 2 kişi.

 Hayal kırıklığı yaşıyorsunuz…

Maalesef. Şimdi, ben kimin için mücadele veriyorum diye sorguluyorum. Benim buna ihtiyacım yok ki. Ben Suriye’de ölen insanların, Türkiye’de intihar eylemlerinde ölen insanların, IŞİD’in elinde rehin olan insanların acısını yaşıyorum. Ve bunu dile getirdiğim için içeri atılıyorum, karşılığında sen bana bir telefon açıp geçmiş olsun demeye korkuyorsan, hastaneye, duruşmaya gelmiyorsan, korkaksan, sindirilmişsen; kusura bakma ama senin bir değerin yok. Ben seni neden savunayım, artık savunmam ben seni.

Bundan sonrası için yeni kararlar aldınız mı?

Cezaevinden çıkıp bu gerçeği görünce gazeteciliği bırakma kararı almıştım. Bu nedenle sağlıklı düşünmek için yurtdışına çıktım. Almanya’da bir toplantıda konuşmam vardı, toplantı sonunda yürümede zorluk çekiyordum. Konuşmamın sonunda, yanıma yaklaşan 85 yaşlarında bir kadın elindeki bastonu bana verdi. Şaşırdım, “sen kendin yürüyemiyorsun, bana neden veriyorsun” diye sordum. Ve dedi ki: “ben ölsem de önemli değil, senin yaşaman gerek”. Bu müthiş duygusal bir kavram. Öyle olunca oturdum ve tekrar düşündüm, madem bu kadın benim için böyle düşünüyor, mücadeleye devam etmeliyim dedim. Şimdi bu gelgitleri yaşıyorum kendi içimde.

Müthiş bir dayanışma eksikliğinden söz ettiniz. Başka ne görüyorsunuz toplumda?

Türk toplumunun maalesef önemli bir bölümü oportünist. Bugün kadar hiç böyle bir hayal kırıklığı yaşamamıştım, içerde bile yaşamadım. Çıktıktan sonra gördüklerim beni ve fikirlerimi çok değiştirdi.

yuzdeyuzhaber





Son Güncelleme: 05.06.2017 00:50
Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol