“Baron” kelimesi Orta Latince’de “engel” anlamına gelen “barra” dan geliyor. Fransızca’ya “barre”, İngilizce’ye de “bar” olarak geçmiş… Türkçe’de kullanılan bar, ambargo, bariyer, baraj, barfiks, barmen, baro kelimeleri de bu kökten.

Bunların hepsinde “engelleme, çevirme, bir yerde toplama” manası var. Hatta bizde Erzurum ve Artvin yöresi halk oyunlarına Ermenice’den geçen grup, topluluk, insan çemberi anlamında “bar” deniyor. Bu durumda bar, çember halinde yapılan dans oluyor;
Bahçası var bağı var

Ayvası var narı var

Atamızdan yadigâr

Bizde ata barı var


Demek ki “baron”; engelleyen, çeviren, çembere alan, bir yerde toplayan, kendi tekeline alan, çembere aldığı şeyin etrafına “baraj” ören, buna uymayana “ambargo” uygulayan demek…


Bu durumda “din baronu” da, dini sembol ve değerleri tekeline alan, bunların etrafına çember ören, “baro” gibi herkesi bu çatı altında toplamak isteyen, “bar” gibi herkesin burada oynamasını isteyen, dışta kalana “ambargo” uygulayan ve aforoz eden, dini değerlerin etrafına “baraj”, önüne de “bariyer” koyarak kendi tekeline alan demek oluyor…


“Simsar” kelimesi ise Arapça’ya tâ Aramice’den geliyor. Aramice’de “srsür/spsir” aracı, mahabbet tellalı demek. Yüzyıllar boyu aynı anlamı koruyarak Arapça’ya aracı, komisyoncu manasında geçmiş. “İstismar” da birinin iyi niyetini kötüye kullanmak, sömürmek demek…


“Simsar” ile “sülük” arasında şöyle bir benzerlik var: Sülük, tatlı sularda yaşayan, vücudunda yirmi iki sindirim kesesi olduğu için bir kezde ağırlığının sekiz katı kan emebilen bir hayvan.


Simsar da öyle…


Hele din simsarı tam bir sülük. O da tatlı sularda yaşar, eziyete fazla gelemez, kolay yoldan kazanmayı çok sever. Dine sülük gibi yapışır ve yirmi iki sindirim sistemi olduğu için ağırlığının kat kat fazlası rant emer…


“Simsar” çok eski bir kelime olduğuna ve Aramice gibi Arapça’nın atası bir dile yüzyıllar öncesinden girdiğine göre simsarlık çok eski meslek…


Bu nedenle simsarlar tarih boyunca Allah, Kitap , Peygamber gibi “tatlı suların” etrafında bitmişler ve bunlara sülük gibi yapışarak emmişlerdir.


***


İslam’ın ilk doğuş yıllarında “kahin” ve “mecnun” denilen kişiler devrin simsarları, Ebu Leleb, Ebu Cehil ve Velid bin Muğire gibi tefeci bezirganlar da baronlarıydılar..


Kahinler kehanetlerde bulunur, mecnunlar gizli güçlerle konuşarak onlardan gelecekle ilgili haber aldıklarını söylerler, tefeci bezirganlar da Kabe’nin etrafını çevirerek gelen hediyeleri iç eder ve onlardan geçinirlerdi. 7-8 büyük tefeci bezirgan Mekke’nin kaderine el koşmuştu. Kabe’ye gelen kurbanlık (hedy), deve ve sığırları (en’am) iç etmeye dayalı bir düzen kurmuşlardı (Yeda Ebu Leheb).


Yani anlayacağınız Mekke’deki dini sembol ve değerler etrafında tam bir simsarlık ve baronluk hüküm sürüyordu. Mekke’nin ileri gelenleri Kabe’ye sülük gibi yapışmış emiyorlardı.


Kahinler ve mecnunlar da halkın dini duygularını, umutlarını ve gelecek beklentilerini sömürüyorlardı. Firavun’un büyücüleri gibi buradan besleniyorlardı. Verdikleri sırlı, tılsımlı, büyülü bilgiler ve kehanetlerden dolayı rant elde ediyorlar, din iman işlerinin sadece kendilerinden sorulacağını, bu işin kompedanının kendileri olduğuna inanıyorlardı.


Günlerden bir gün ümmi yani “halkın bağrından çıkan”, din baronu ve simsarı çevrelerin hiç birisinden gelmeyen bir “öksüz” çıkıp da “Yıkılsın Ebu Leheb’in düzeni, yıkılsın!” (Tebbet yeda Ebu Leheb ve tebbe) diye haykırınca telaşa kapıldılar ve onu asla affetmediler. Türlü düzenler kurarak, önüne “bariyer”ler çekerek, “ambargo”lar uygulayarak engellemek istediler. Çünkü onlar Kabe’nin “baronu” ve “simsarı” idiler. Allah bula bula bu öksüzü mü bulmuştu? Vahiy Mekke’nin ve Taif’in iki “baronu”ndan birine indirilmeli değil miydi?!!


***


Kur’an daha ilk ayetlerde dedi ki: “O, ğayb hakkında cimri değildir.” (Tekvir; 24)

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

Avatar
kadir bozca 2018-09-10 12:06:23

benim yazım çıkmadı neden?