Kendinizden sıkılır mısınız? Bazı sabahlar uyanıp da aynaya baktığınızda, “ Yine mi sen? “ demek gelir mi içinizden? Bir türlü aşamadığınız engellerinizle her karşılaşmanızda bambaşka biri olmak arzusu yükselir mi kalbinizden? Ben küçükken babamın çok zevkle izlediği bir çizgi film vardı, belli yaştakiler bilirler. Galiba adı Tontonlardı. O çizgi filmin en önemli repliği idi, “Değiş tonton!”. Bunu söyler söylemez, oyun hamurundan yapılmış gibi duran o komik yaratıklar ne isterlerse o olurlardı. Bazen bir bisiklet, bazen bir sepet, bazen bir buket çiçek…
Biz en uçuk hayallerimizde bile kayık, sepet, sandalye vs olmak istemeyiz herhalde zannetmiyorum. Dağlarda kar olmak belki, en fazla. O da su hayat olduğu için nihayetinde. Kuş olmak isterdik ama biliyorum, kelebek olmak, mis kokulu bir çiçek veya yüz yıllık çınar olmak da cazip. Uzun mu kısa mı, bir kere mi çok kere mi, bir türlü kestiremediğimiz hayat, bizi zorluyor. Ne amaçla bunu yapıyor, başka yazılarda, başka zamanlarda konuşuruz. Ama sonuç olarak, kendimize yetemediğimiz, tek yüzümüz olduğunda başa çıkamadığımız bir hal alıyor çoğu zaman. Öyle olaylar ve kişilerle kesişiyor ki yaşamımız, kim olacağımızı şaşırıyoruz. Baktık ki hiçbir yönümüzle baş edemiyoruz, başkasına dönüşelim istiyoruz. Keşke filanca olsam dediğiniz olmuştur eminim. O hallederdi diye düşündüğünüz. Psikolojide yeri de var. Eğer çok abartılı bir şekilde kişiliğinizden uzaklaşır, kim olduğunuzu ve hayatınızı unutursanız, kısmen ya da tamamen yeni bir kimliğe bürünebiliyor, kendinize farklı bir gerçeklik yaratabiliyorsunuz. Buna da dissosyatif füg deniyor. Saatler de sürebilir günler de. Demek ki insanın oluşturduğu savunma mekanizmalarının içinde başka biri olmak var. Kendinden tamamen farklı birine dönüşmek. Filmlerin de hep ilgi alanı içerisindedir bu tür dissosyatif bozukluklar. Çoğul Kişilik Bozukluğu içlerinde en popüleri. Psikolojik gerilim filmlerinin vazgeçilmez konusu. Kaç kere bu tür bir film izledim hatırlayamıyorum ama en son izlediğim Black Swan dı. Henüz izlemediyseniz şiddetle öneririm. İnsan kendini nasıl parçalar, olmak istediği kişiyle olduğunu sandığı kişiyi nasıl karşı karşıya getirir, içsel çatışmalarından ne kadar yorgun düşer ve iyi tarafını kötü tarafına nasıl kurban eder, izleyebilirsiniz.
Fazlası, aşırısı tehlikeli elbette ama zaman zaman da olsa kendimizi değiştirebilmek, bir müddet  başka biri olarak yaşamak keyifli olurdu değil mi? Aşırı film düşkünlüğümü, bendeki bu özlemin bir yansıması olarak değerlendiriyorum. Siz kendinize ayırdığınız zamanlarda neler yaparsınız  bilmiyorum ama ben kıyıda köşede kalmış bir iki saatimin olduğunu fark edersem ilk iş, kendime izleyebileceğim film ararım. Hatta bu bana kalan zaman bir tam günü bulabilecek kadar uzun ve mucizevi ise, belki de birkaç filmi üst üste seyredebilecek olmanın ihtimali ile taşkın bir mutluluk ve heyecan yaşarım. İçten içe kıpırdanma, heveslenme, yerli yersiz gülümseme de cabası. Neden film izlemeyi bu kadar seviyorum diye her düşündüğümde hep aynı cevabı buluyorum:  Her filmle başka biri olduğum, başka bir hayatta, çok farklı şeyler deneyimleyebildiğim için. Belki de hipnotize olmuş gibi soluksuz izlememin de payı vardır bunda. Sevdiğim bir tür ve ilgimi çeken bir konuysa hele, ekrana öyle bir kilitlenirim ki, film bittiğinde nerede ve kim olduğumu hatırlamam zaman alır. Abartıyorum sanıyorsunuz biliyorum. Belki biraz. Ama yazmak da kendinden kaçmanın yollarından biri değil mi? İpin ucunu bilerek kaçırıvermenin keyfi, çakırkeyifken sohbet edip her şeye gülmekle yarışır.
Kim olmak istemediğimizi biliriz. Ne yapmak istemediğimizi, neden kaçmamız, korunmamız gerektiğini ve neye dair önlem alma ihtiyacı hissettiğimizi de. Beynin çalışma şekli bu çünkü. Bizi korumaya çalışıyor. Bunu yapabilmesi için de tüm tatsız deneyim ve ihtimalleri her seferinde taramak , bize hatırlatmak, “dikkat et” demek zorunda. Biz bu mekanizmayı, “aklıma gelen başıma geldi” şeklinde algılıyoruz. Sanki altıncı hislerle ilgiliymiş gibi veya nerede bir terslik varsa bizi bulurmuş gibi. Halbuki başımıza gelme sebebi, beynin bizi korumak istediği yaşantıyı kişisel ekranımızda tutması. Görselleştiriyoruz yani. Aman takılıp düşmeyeyim şimdi diyoruz ve daha cümlenin tamamı kafamızdan geçmeden kendimizi yere kapaklanmış buluveriyoruz. Alarm sistemini açık tutuyor diye beynimize kızmakla elimize bir şey geçmez. Ama aynı mekanizmayı, lehimize çevirebiliriz. Bırakalım vücut kendi fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü korumaya devam etsin, biz o esnada olmamak değil olmak istediklerimize odaklanalım. Başarısız olmamayı değil, başarılı olduğumuzu tekrarlayalım kendi kendimize. Hasta olmamayı değil, sağlıklı olduğumuzu düşünelim. Mutsuzluktan kaçmak değil, mutluluğu üretmek olsun hedefimiz. Terk edilmekten korkmaktansa cesaretle bağlanabilmeyi dileyelim. Bu yeni düşünme şekli hemen yerleşmese de, seçtiğiniz kelimeler ve kurduğunuz cümlelere ne kadar dikkat ederseniz o kadar çabuk etkisini gösterir. Gücünüzü fark eder, yeniden öğrenirsiniz ve kendinize inancınız arttıkça güçlenir, güvenirsiniz.
Kendinizden sıkılmaz mısınız o zaman bilemiyorum. Hayatınız tatmin edici bir hal aldıkça yine de başka yaşamlar tatmak ister misiniz? Bu biraz da macera ve yenilik arzunuzla alakalı. Belki sıkıldım demezsiniz de o zaman, değiştim, yenilendim dersiniz. Ama bundan sonra kendinizden ilk kurtulmak istediğinizde, öncelikle kim olmak, neye dönüşmek istediğinizi dikkatlice düşünün derim. O sabah kalkıp, yine mi sen dediğiniz kişi, gerçekte kim olsun istersiniz? Bunca yıllık mesleki tecrübemden sonra gördüm ki, ne kadar bize farklı ve zıt görünürse görünsün, tüm olmak istediğimiz kişilik ve kimliklere zaten sahibiz. O sebepten, herhangi biri olmak değil, belli bazı roller çekiyor ilgimizi. Herkese öykünüp, imrenmiyoruz. Seçiyoruz. Ve asla bizde olmayan, “biz” olmayan birini seçmiyoruz, seçmeyi aklımıza bile getirmiyoruz. En son kimin hayatına iç çektiniz? Hangi filmde hangi karakteri yaşamak istediniz? En son neyi yapacak güç bulamadınız da, bambaşka biri olmayı dilediniz? Tüm bu sorulara odaklanıp, cevapları aramaya başladığınızda, baktığınız her yönde yine kendinizle karşılaşacaksınız. Kimse o çok özendiğiniz, gözlerine bakıp orada kendinizi bulacaksınız. Olduğunuz, olabileceğiniz, olmak istediğiniz ve olmaktan delicesine korktuğunuz kişiniz. Bir zamanlar bir yerlerde kendi kapanınıza sıkıştırdığınız ruhunuz, her fırsatta size onu özgür bırakmanızı hatırlatmaya çalışıyor. Kendi büyüklük ve renkliliğinize ihtimal veremediğiniz her an, dört bir yana dağıttığınız potansiyelinizi tekrar toparlayın diye uğraşıyor. İmrendiğiniz her hayatta size farklı bir yönünüzü yansıtıyor. Yarın sabah uyandığınızda aynaya kendinizi görmek için değil bulmak için bakın. Gözlerinizi iri iri açın, çok eski bir dostunuzla yıllar sonra karşılaşmışsınız gibi bakın. Olduğunuz ve olmadığınız her şeyi tek tek görmek amacıyla bakın. Siz, aynada gördüğünüz ve görmediğiniz her şeysiniz. O kadar ihtimal barındırıyorsunuz ki, ömür boyu her bakışınızda yeni bir tarafınızı fark eder ve belki de hepsini bulamadan göçüp gidersiniz.
Yine de zaman zaman kendinizden sıkılır mısınız bilmiyorum? Olur da sıkılırsanız,bu sefer, acaba hangi tarafımı ihmal ettim diye düşünmenizi öneriyorum. Uzun zamandır bakmadığınız o yüzünüz, size, özendiğiniz bir yabancının gözlerinde gülecektir.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol