Ülkemiz çok önemli bir sınavdan geçti. Verdiğimiz, aslında veremediğimiz bu sınav; bundan sonraki yaşantımızda köklü değişikliklere kapı açabilecek nitelikte.
Düşüncem şu ki; bu seçimin kazananı yok!
Türkiye’nin bağışıklık sistemi, oyladığımız bu anayasa maddeleriyle birlikte oldukça zayıfladı bence. Bırakın vebayı, kanseri falan nezle bile yerle bir edebilir bünyeyi. Zira “başkan” seçilecek kişinin eline tahrip gücü yüksek bir bomba teslim ettik bu seçimle. Artık onu patlatıp patlatmamak vicdanına kalmış!
Sonuçları çok konuşulacak muhakkak: YSK’ nın attığı son dakika golü, Bahçeli’nin bu sonuçtaki rolü, yıllar geçse de pek unutulacağa benzemiyor.
Adaletin sakız gibi çiğnendiği bir ülkede yaşıyoruz. Göz göre göre hukuksuzluk kitabına uyduruluyor.
Hak hukuk adalet elbet bir gün yerini bulur, hak yiyenler cezasını görür ama benim şu anki meselem başka…
Ben bugünlere nasıl geldiğimize, bu sonucun sebeplerine kafa yoruyorum; yoruyorum ki çıkış yolunu bulabileyim.
Şimdi ülkenin yarısı koro halinde benzer şeyleri söylüyor, faturayı bir yerlere kesmeye çalışıyor.
Kimi YSK’yı suçluyor, kimi Bahçeli’yi…
Kimi muhalefete kızıyor, kimi iktidara…
Diğer yarısı da, Allah Allah sesleriyle Viyana kapılarına dayanmaya hazırlanıyor! Şaka değil!
Bugün alınan sonuç, yılların birikiminin sonucu. Evet, YSK hukuksuzluğa kapı açtı, seçimi şaibeli hale getirdi. Sonuç doğru bile olsa, kafalarımızda korkunç şüphe yarattı ne yazık ki!
Bahçeli dün verdi veriştirdi başkanlığa, sonra aniden çark etti.
Evet kanadı tüm devlet imkanlarını kullanırken, hayırcılar her türlü engellemeye maruz kaldılar…
Hepsi kabul! Gözümüzün önünde oldu zaten her şey! Tarih notunu düştü.
Birçok sorumlu bulabiliriz bugün gelinen noktaya; ama benim için en önemli mesele başka. Sonuçta bizler ne YSK’ nın yaptığından, ne Bahçeli’ nin davranışından, ne de siyasi partilerin yaptıklarından sorumluyuz. Biz, yalnız ve yalnız bizim ne yapmadığımızdan sorumluyuz. Esas mesele bu.
Hileyi hurdayı bir tarafa koyalım, oylar kafa kafaya. Yani Türkiye’nin yarısı bu anayasaya evet dedi. Çoğunluğun aslında anayasayı değil, liderlerini/partilerini oyladıkları gerçek. Zira hangi evetçiyi dinlesem, anayasa maddelerinden başka her türlü gerekçeyi sıraladı; maddeler hariç! Benim için önemli olan insanların, yarın nasıl bir felaketle karşılaşabileceğimizi hesaba katmadan tercihte bulunması. Arz ettiği tehlikeleri düşünürseniz bence bu anayasa, yüzde on’luk bir oy oranını dahi hak etmiyordu.
Kimler evet dedi, kimler hayır? Referandum haritasının söylediği çok net. Doğudan batıya doğru gidildikçe, evetler azalıp, hayır oyları artıyor. Birçok büyük ilde çıkan sonuç, hayır olmuş. Bu da çok açık şunu söylüyor. Öğrenim seviyesi arttıkça hayır oyları da artmış. Ben demiyorum, istatistik söylüyor!
Benim gibi bu anayasa maddelerinin ülkemizin geleceği üzerinde ciddi sıkıntı yaratacağını düşünenler, çıkan sonuca endişeyle yaklaştı. Herkes bu sonuçlara bir suçlu arama derdine düştü.
Bu duruma onlarca sorumlu bulunabilir ancak; önce iğneyi kendimize batıralım.
Bu ülkede yaşayan, cumhuriyetin nimetlerini yiyen, bağımsız bir vatan yaratma uğruna ömrünü verenler sayesinde öğrenim görme, çalışma ve insanca yaşama hakkına kavuşmuş bireylerden biri olarak; bu sonuçlara bakıp özeleştiri yapmaya çalışıyorum. Acaba kendini aydın gören bizler; öğrenim görme şansına sahip olamamış, iyi bir eğitim düzeyini yakalayamamış kişileri ne kadar anlamaya çalıştık? Biz; vatan, tam bağımsızlık, demokrasi, laiklik, özgürlükler vs. diye endişelenirken, tek derdi karnını doyurmak, akşam çocuğuna ekmek götürmek olan kişileri eleştirmenin ötesinde onlara nasıl katkı yaptık?
Adaletin, hukukun işlemediği bir ülkenin cehenneme döneceğini, kırmadan, dökmeden, incitmeden anlatmayı denedik mi? Yoksa birbirimizi mi yedik?
İnancın, siyasete alet edilemeyecek derecede kutsal bir değer olduğunu, siyasete bulaşırsa onun yıkıcı bir değere dönüşeceğini bilgiyle, arkası dolu olarak öğretebildik mi?
Laikliğin gerçek anlamının ne olduğunu, kulaktan dolma klişeler dışında anlatabildik mi? Anlatabilsek bu durumda olur muyduk dediğinizi duyar gibiyim.
“Aydın” olmanın sorumlulukları var. Öğrenim görmüş olma şansını yakalamış ve iyi eğitim almış birey olmanın anlamını sadece iyi giyinip, iyi bir yaşam sürmek, sağda solda bilgiç laflar edip, imkân sahibi olmayan kişilere tepeden bakıp; paylaşmayı, ara sıra “sadaka” vermek olarak gördüğümüz sürece; bugün gelinen noktada payımız olduğunu bilin!
Tabii bu sorumluluğunu yerine getirenleri tenzih ediyorum.
Gerçek şu ki, bu ülkede yardıma ihtiyaç duyan bir yığın insan var. Yardımdan kastım, maddi olmanın çok ötesinde. Eğitimli insanların, farkındalığı yüksek bireylerin desteğidir kastettiğim.
Böyle deyince, sen de birilerine tepeden bakıyorsun diye düşünmeyin. Asla öyle bir niyetim yok! Benim kastettiğim; neyi, niye yaptığını bilmeyen, örneğin böylesi hayati bir referandumda sandığa “gol atma” psikolojisiyle, futbol maçı taraftarı mantığıyla gidenler. Her tarafta var böylesi. Tepeden aşağıya kadar hem de. Bu durum, eğitimli olmanın alâmeti olmasa gerek!
Tercihini mantıklı gerekçelere dayandıranlara, anayasa maddelerini okuyup ikna olanlara; ki ben rastlayamadım; ya da ikna olmadığı için olumsuz tercihte bulunanlara zaten diyecek sözüm yok.
Taraftar psikolojisiyle sandığa giden “öğrenim görmüş” kişiler de var elbet! Malûm, öğrenim görmekle eğitimli olmak aynı şey değil!
Yani yapmaya çalıştığım tepeden bakma değil; bilakis anlamaya çalışma, sorgulama, özeleştiri yapma ve çözüm arama çabası.
Artık bizi daha çetin şartlar bekliyor. Taraflara ayrılmaya, şuna buna “inat” söylemlere, birbirimizi incitici ifadelerle itham etmeye hiç ama hiç ihtiyacımız yok.
Siyasilerin kasıtlı olarak ayrıştırıcı dili kullanmasına, öfkemizi büyütüp hata yapmamızı sağlamaya çalışmalarına aldırmadan, işimize bakalım.
Suçlayarak, öfkeyle saldırarak, kavgayla, dövüşle hiçbir şey elde edemedik bugüne kadar, düşman olmaktan başka…
Birliğin, beraberliğin devamından yana olanların, kafası çalışan, aydınlanmış bireylerin birlikte yürüyerek, çalışarak, aydınlanmaya ihtiyacı olanlara sabırla, sevgiyle destek olmasından, yani eğitimden başka yol göremiyorum.
Yeniden uyanışı sağlamak, bu vatanı kuranlara borcumuzdur. Tıpkı onların yaptığı gibi…
Ne zaman sonuç alırız, ömrümüz yeter mi yetmez mi bilemem. Uzun süreli bir iş olduğu kesin! Ama ümitsiz falan olduğumu sanmayın, her şerden muhakkak ki bir hayır doğar!
Bazılarının dillendirdiği gibi zoru görünce kaçmak, ülkeyi terk etmek, lanet okuyup sağa sola küfretmek asla çözüm değil. Nereye kaçarsanız kaçın, kimse sizi kırmızı dipli mumla beklemiyor.
Bir çift lafım daha var, o da ülkemizin, insanımızın gerçeklerinden bihaber, kendini “elit / aydın” görenlere.
İnsanların din kullanılarak sömürüldüğü yerde, siz istediğiniz kadar demokrasi, insan hakları, özgürlük, falan diye “romantik” lâflar edin!
Tutmaz! Tutmadı! Bu gidişle de tutacağı yok!
Eşeği ahırda kaybettiyseniz, avluda aramayın, bulamazsınız!
Geldiniz mi şimdi rahmetli Yaşar Nuri Hoca’nın ömrü boyunca bağıra bağıra anlattığı “Allah ile Aldatma” meselesine!
Koşun edinin birer tane, okuyun! Zira bundan sonra kurtuluş anahtarı oralarda. İsteseniz de, istemeseniz de!
Önce siz öğrenin doğrusunu, neymiş şu din iman işi, sonra anlatırsınız millete.
Tebrikler Meltem hanim, Kaleminize Saglik