Geleceğimizi şekillendirmek bizim ellerimizdedir. Bize, kendilerine göre hazır bir gelecek reçetesi sunanlara asla itibar edilmemelidir. Eşit ve özgür, saygın ve adaletli bir birliktelik içinde varlığımızı sürdürmemiz mümkündür. Bunun için, teknolojik ve kültürel kalkınmanın, evrensel demokratik ve moral değerlerle bir bütün halinde, zihinsel dünyamıza hakim olması yeterlidir. Öte yandan bir arada yaşama kültürümüzü bin bir parçaya bölüp, bizi yok olacağımız karanlık bir tünele sokmak isteyenler, toplumlar arasındaki tarihsel ön yargıları beslemekte ve toplumlar arasında fesat ve hıyanet çukurunu derinleştirerek savaşı körüklemektedir. Bu çabalar, insanın en ilkel güdülerinden ve en hafif deyimle sefil bir cahillikten güç almaktadır. Bizlere, ayrıştıran sözde değerler yerine, birleştiren kadim ahlaki ve vicdani ortak değerler yol gösterecektir. 

Kaçınılmaz olarak kültürler arası bir geçiş ve köprü olan coğrafyamızda, tarih boyunca Doğu ile Batı arasında keskin bir seçim yapmaya zorlanmış olduğumuz aşikârdır. Bir coğrafyada egemen olmak için ya sizden önce var olan kültürlerin olumlu yanlarını benimser, kendinizi onlarla yeniler ve coğrafyada taze bir kan dolaşımı sağlarsınız ya da farklı kültürleri asimile ederek, onların bir daha kendisine özgü ve özgür yaşayan birer kültür olarak varlıklarını sürdürmesini engellersiniz. Ayrıca bir kültürün tarihsel özünü yok ederek, kısmen şeklini bırakmak ve kendinize göre onu yeni baştan anlamlandırıp biçimlendirmek, daha vahşi ama daha kesin bir çözüm olarak uygulanagelmiştir.

Bin yıldır varolduğumuz bu coğrafyada, farklı kültür ve yaşam tarzlarını koruyarak yaşadığımız kısa barış ve uyum dönemleri haricinde, esas olarak sadece tek bir kültürü hakim kılma noktasında devlet politikaları geliştirmemiz ve toplumsal hayatı açıkça tekleştirmemiz, var olmak için elzem ve zorunlu görülmüştür. Bu ise tarihsel ve toplumsal sorunlarımızın ana kaynağını oluşturmuştur. 
Son yüz elli yılda yüzümüzü sorunlu bir kavram ve süreç olan “Batı aydınlanmasına” dönmüş olsak da, esas olarak hayat tarzımız, derinlerdeki Doğu kültürünün egemenliğinde süregelmiştir. Unutmayalım ki kültürler arasında çatışma yerine, toplumlar arasında uyum ve denge arayışı, iç içe geçen toplumların dinamik kaynaşmasında ortak değerler üretir. Topluluklar arasında çatışmayı ve ayrışmayı hakim kılmak isteyenler, sadece adaletsizlikte yarışan zalim egemenlerdir.

Doğu ile Batı ya da bütün yeryüzü kültürlerinin olumlu, yapıcı ve geliştirici yönlerini bir sentez içinde toplamak varken ve ortak insanlık kültürünü, barış içinde mayalamak mümkünken,  insanlığı bölmek, parçalamak, yok etmek ve inkâr etmek üzerine kurulu şeytanlaştırma ve ötekileştirme neden ve nasıl süreklilik arz etmektedir? Bu süregiden hakim yönelimden kimler kârlı çıkmakta ve sinsice gizlenmektedir?

İnsanlık bir bütündür ve insanlığın ortak kadim değerleri, rizomatik/yatay bir yayılışla hepimizi birbirine eklemlemektedir. Bunlar adalet, merhamet ve hakikat eksenli ortak değerlerimizdir. Bu değerleri; zorba iktidar ve aşırı mülkiyet hırsıyla, kendi tekellerinde ayrıştırıcı, ikili zıtlıklar yaratarak bencilce yeniden şekillendirenler, insanlığın kardeşçe eşitlenme haklarının doğallığını hiçe sayan zalimlerdir. Zalimler, uyanan mazlumların birleşen ortak gücüyle, er geç yanıp kül edileceklerdir.

Tekleşme, Kıskanç ve Bencil Bir Tuzaktır. 
Dayanışarak Çoklaşma, Toplumsal Adaletin Yoludur

Doğanın ve insanlığın süregidişi, kendi doğallığı içinde tekleşme yönünde değil çoklaşma, çoğullaşma yönündedir. Varlığın doğal değişim ve dönüşümünü, karışıp kaynaşmasını, yenilenip arınmasını bu çoğullaşma dinamikleri destekler. Her şey Tek'ten, Hakk'tan gelip çoğullaşmıştır. Bu sürekli varoluş, Hakk'ın tecelli ettiği farklılıkları sürekli besler. 

"Tek dil, tek ırk, tek devlet vb. safsatalarla, insanlığı abluka altına alıp, katı sınırlara hapsetmek, varlığın ve toplumsallığın dinamiklerini daraltmak, aslında şizofrenik ve travmatik, kâbus gibi bir toplumsallaşma üretmektedir. Bu gidiş, toplumsal denge ve uyumu, barış ve karşılıklı dayanışmayı yok etmektedir. Sanal ve kurgusal düşmanlık gittikçe derinleşmekte ve kutuplaşma keskinleşerek sürekli artmaktadır. Kültürler ve inançlar arasında uçurum açan ve uçurumu derinleştiren bu çarpık zihinsel süreç, toplumsal ahlâkta ve vicdani özgürlükte derin yaralar açmaktadır. Haksız yere insanı insana düşman etmek, üstünlük ve ayrıcalık yaratarak şımarmak, ilâhi adaletin ölçülerini bozmakta ve şirk üretmektedir.

Zalimlikte sınır tanımayan şeytan, insanı en aşağıya düşürmek için önce onu yüceltir, hem de insanı, kendisini Hakk'tan üstün görecek kadar över. İnsanın derinleşen bir kıskançlıkla her şeyi kendinde sahiplenmesini ve kendisini hayatın merkezine alarak farklılıkları yok etmesini ister. Başka farklılıkları yok etmek, her farklılıktan daha üstün tek bir dünyevi gücün hükmetmesini istemek, şeytani bir çıkıştır. Rahmani olan merhametin ve şefkatin çoğullaşması ve bütün varlığa yayılması, çoğullaşmanın doğal ve meşru görülmesidir. Tekleşme hırsı şeytanidir ve insanı kendine yabancılaştırır. Çoğullaşma merhameti rahmanidir ve insanlığın, barış ve güvenliğini korur.

Doğada ve toplumda birbirine hükmetme; tekleşen bir çemberde değil, dalga dalga her yöne yayılan bir halka gibi ve her birinin yek diğerini destekleyip varlığına eklemlendiği bir adalet ölçüsünde, rizomatik bir ağda vuku bulmaktadır. Hükmeden sadece Hakk'tır, Hakk'ın ölçüleridir. İnsanın hükmedişi bu adaletin zemininden ayrılamaz. Doğanın ve toplumsallaşmanın doğal adaleti, merhametin rahminde çoğullaşan varlığın birbirini destekleyen süregidişidir.
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol