Bilmem hatırlar mısınız, ben küçükken Uzay 1999 diye bir dizi vardı. Heyecanla oynayacağı günü beklerdim. Alüminyum folyodan kıyafetleri içinde dizi kahramanları ekranda görünsün ve beni geleceğin büyülü dünyasına götürsün isterdim.

2013’ deyiz. Benim büyülü dünyamı geride bırakalı tamı tamına 14 sene oldu. Hayallerimi de. Artık geleceği çok gizemli ve çekici bir yer gibi algılamıyorum. Günümüzde değişen, büyüyen şeyler oldu evet. Mesela büyük ama içi boş lafların çağındayız; şişirilmiş, hormonlu egoların. Alüminyum folyodan parlak kıyafetler giymiyoruz henüz ama görsellik tüm ışıltısıyla her şeyin önüne geçmeye başladı bile. Vitrinlerin, hediye paketlerinin gösterişli dünyasındayız. İçerik eski önemini çoktan kaybetti. İmaj önemli. İzlenim yani. Aşklar ilk anda verdiğiniz “elektrik” e endeksli mesela. İlişkilerin süresi internet hızına erişti. Zaten herşey hızlı artık ama tatsız. Hormonlu dememin sebebi de ondan. Koskocaman, kıpkırmızı ama tatsız, ama kokusuz domatesler gibiyiz. Demek ki biz insanlar henüz teknoloji denen şeyle duygularımızı eş zamanlı hale getiremedik. Dünya gelmiş geçmiş en materyalist ve pragmatist  zamanını yaşıyor bence. Her şeye ve herkese fiyat biçiliyor, ederi belirleniyor, değeri kadar muamele ediliyor. 


İstediğimiz ne varsa fazla fazla ve çeşit çeşit sahip olabildiğimiz bu dönem, içimizdeki boşluğu ise gitgide büyüttü. Üne, paraya, başarıya bağlı zannedilen mutluluk, reçetelere bağlandıkça ulaşılmaz hale geldi. Öz kaynaklarımızı unuttuk. Öz kaynak derken, kimsenin bizden alamayacağı, bizim, kendimizin, en içimizin kaynakları. Mutluluğumuzun, gücümüzün, irademizin, kendi kontrolümüzün kaynakları yani. Çünkü para, şan, şöhret, başarı, sağlık kadar iyi hissettiremiyormuş bizi. Zor yoldan öğreniyor insan bunu. Sevgi,yakınlık, samimiyet, dostluk, güven, açıklık, yardımseverlik kadar huzur ve yaşam sevinci vermiyormuş. Eskiden bilip unuttuklarımızı yeniden, güç bela, en zor dersleri alarak en baştan öğrenmeye çalışıyoruz.


Aşk’tan sınıfta kaldık, sevgiden, bağlılıktan, sadakatten yana zordayız. Çok ihtiyacımız var her birine. Nefes kadar muhtacız biraz da olsa hissetmeye. Olmuyor ama yapamıyoruz. İnsanlığın en doğal halleri zannedilen duygulara erişemiyoruz. Bir şey oldu hislerimize, içimizden çıkaralım ve akışına bırakalım istiyoruz beceremiyoruz. Bir sürü –meli, -malı dolu zihnimiz. Hedeflerimiz boyumuzu çok aşmış, her biri bizi hapseden duvarlara dönüşmüş. Çıkamıyoruz. Düşününce şaka gibi geliyor belki de ama, kendi kendimizin acımasız gardiyanı olduk, özgür bırakmıyoruz!


Her şeyin sistem için olduğu, kişilerin düzene acımasızca kurban edildiği bu dünya geleceğe taşınmasın diye ümit ve çaba içersindeyim. Kişisel bir savaş benimkisi ama bireyin gücünü önemseyenlerdenim. İnsanın en büyük ihtiyacının kendini çözmek olduğu fikrini kendimi bildim bileli taşırım. Aradığımız anahtar her ne ise kendi içimizde olduğundan neredeyse eminim. Tüm gayem bu. İnsanı anlamak, insanı keşfetmek, bireyi görmek ve bir kişiden bir evrene uzanabilmek. Orada bir yerde, gözlerinizin içinde saklı biliyorum ve her çift göze derinlerindeki mucizeyi görme hevesiyle bakıyorum…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

Avatar
Fatma Aldı 2013-04-29 14:01:34

herşeyimiz sunileşti burcu hanımcım. ben 65 yaşındayım inanın biz daha şanslıydık şimdikilerden.