Nitekim bu durum İngiliz kaynaklarında da dile getiriliyor ve Kahire’deki İngiliz temsilcisi Sir Henry McMahon, daha sonra yaptığı açıklamada, ana gayesinin, Osmanlı orduları safında çarpışan Arap erlerin sadakatlerini sarsmak olduğunu bildirerek şöyle diyordu: “Bu anda (1915) Gelibolu’daki Türk gücünün büyük bir bölüğünü ve Mezopotamya (Irak)’taki gücün yaklaşık olarak tümünü Arap erleri oluşturuyor... Onların Türkiye’den kopmalarını haklı göstermek için, ileride kendilerine yardımda bulunacağımız yolunda güvence verebilir miydik? Bunu ivedilikle yapmam için bana emir verilmişti… Bu savaşta Arap ulusu, İngiltere’ye yardım ederse, İngiltere, Arabistan’a dâhili bir müdahale olmasını güvence altına alacak ve Araplara, dış saldırganlığa karşı her çeşit yardımı esirgemeyecektir. Halifelik katını gerçek Arap soyundan gelen birisinin Mekke veya Medine’de üstlenmesi olasıdır ve böylece, şimdi vuku bulmakta olan tüm kötülükten Tanrı’nın yardımıyla iyilik doğabilir.”
İngilizler tarafından sağlanan mali ve lojistik desteğe rağmen tüm Arap alemini temsil edecek bir harekete dönüştürülemeyen ve ancak 4000-5000 bin civarında bir silahlı gücün katıldığı bu isyanda, Mekke Şerifi Hüseyin ile birlikte adı özdeşleşen diğer bir isim de: İngiliz gizli servislerinin ajanı olarak çalışan Arkeolog Thomas Edward Lawrence idi. Kimdi bu hakkında birçok kitap yazılan ve hatta Oscar da dahil olmak üzere bol ödüllü “Lawrence Of Arabia” adlı yapımla, 1962’de hayatı ve maceraları filme alınan Arabistanlı Lawrence?